Çin Komünist Partisi (ÇKP) 20. Ulusal Kongresi’nin 16 Ekim’de başkent Pekin’de başlamasıyla gözler Asya’dan gelecek açıklamalara kaydı. Asya’nın …
Çin Komünist Partisi (ÇKP) 20. Ulusal Kongresi’nin 16 Ekim’de başkent Pekin’de başlamasıyla gözler Asya’dan gelecek açıklamalara kaydı. Asya’nın yükselişi ve çok kutuplu dünya düzeni vurgusu yapan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping‘in “Çok taraflılığa bağlı kalmaya ve onu savunmaya katkıda bulunacak, hegemonyaya ve onun güç politikalarının her türlü tezahürüne karşı da net bir tavır alacağız” açıklaması, ‘Batı hegemonyasının kırılmasının başladığını ve köklü bir devrimci dönüşüm çağının geldiğini’ sıklıkla dile getiren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözlerini hatırlattı. En son 13 Ekim’deki Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’nın (CICA) 6. Zirvesi’nde vurgulanan ‘dünyanın gerçek anlamda çok kutuplu hale geldiği’ konusuna dair Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Asya ülkeleri ile güç birliğini derinleştirme çağrısında bulunmuştu. Uzmanlara göre, Batı’nın Moskova’yı hedef alan yaptırımları kendi ekonomi ve enerjisine de darbe vururken, bugünün devam eden küresel güç kayması, Asya’nın ‘ekonomik büyümesi’ ile derinleşiyor.
‘Asya’nın yükselişine karşı’ ABD’nin hamleleri
Kıtanın bu ‘yükselişine karşı’ harekete geçen ABD’nin, Hint-Pasifik’te askeri ve diplomatik olarak ‘Çin’e karşı durmak’ için QUAD Güvenlik Paktı düzenlemesi, ardından da 13 ülke ile Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi‘ni başlatması, bölgede ağırlık kazanmaya çalışan ABD’nin son hamleleri olmuştu. Ayrıca, ABD liderliğindeki NATO’nun 10 yıllık adımlarına yön veren yeni Stratejik Konsepti’ni kabul ederek ‘Rusya’dan kaynaklı Doğu tehlikesine’ bir de ‘Çin’den kaynaklı Asya-Pasifik tehlikesini’ eklemesi ile ‘çok kutupluluk’ resmi olarak tehdit sayıldı. Çin ise NATO’yu, Asya-Pasifik bölgesinde ‘hayali düşmanlar’ aramamaya ve ‘yapay çelişkiler ve anlaşmazlıklar’ yaratmamaya çağırdı.
BRICS ve ŞİÖ’nün değer kazanan rolü
ABD’nin adımları ile tehditleri, Asya-Pasifik ülkelerinin ve onlarla işbirliği içinde ortak hareket etmek isteyenlerin kararını engelleyemedi. Çok kutuplu dünya ilkesinden yola çıkan örgütler de bu süreçte değer kazanmaya başladı. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu ekonomik işbirliği yapılanması olan BRICS, İran ve Arjantin’in katılım için başvurduklarını açıklamasıyla yeni üyelerini bünyesine aldı. Halihazırda dünya nüfusunun yüzde 40’ından fazlasını temsil eden bu ülkeler, 23 Haziran’da AB ve ABD resesyona giderken, dolar ve euroya karşı yeni bir rezerv para birimi oluşturma adımları atma kararı da aldı. Üye ülkelerin Batı para birimlerine olan bağımlılığını azaltma ihtiyacı, yapılan zirvelerde de sıkça konuşuluyordu.
Öte yandan kıtanın en büyük stratejik ittifaklarından biri olarak kabul edilen Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ), 22. zirvesi 16 Eylül’de ilk kez Türkiye’nin de katılımı ile gerçekleştirildi. Burada ŞİÖ’yü ‘Asya’ya açılan pencerelerimizden biri’ şeklinde nitelendiren Erdoğan, “Ankara’nın amacı ŞİÖ üyeliğidir” diyerek diğer ülkelerle birlikte ‘savunma ve güvenlik alanlarında işbirliği’ mesajı vermişti. Özbekistan’daki ABD askerlerinin 2005’te ülkeyi terk etmesini de sağlamak üzere çeşitli hegemonya karşıtı yaptırımlarda bulunan ŞİÖ’nün ‘tek kutuplu dünyanın kabul edilemez’ olduğunun altının çizildiği bir misyonu bulunuyor.
Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Asya-Pasifik Uzmanı Mustafa Cem Koyuncu, ‘yeni dünya düzenini’, mevcut konjonktür ile olası durumları Sputnik’e aktardı; Türkiye’nin konumuna ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dikkat çekti.
‘Asya-Pasifik ekonomik ve siyasi düzenin yeni ağırlık merkezi olurken küresel güç mücadelesinin de bir alanı oluyor’
1980’li yıllardan itibaren Çin tarafından başlatılan ve ihracat temelli ekonomi modeline geçmesini sağlayan açılım politikasının, ticaret ve enerji güvenliği üzerine inşa edildiğini belirten Koyuncu, “Çin’in yeni ekonomi politikasının ucuz iş gücü avantajıyla birleşmesinden itibaren küresel firmalar; maliyeti ve fizibiliteyi göz önünde bulundurarak üretim bantlarını Çin’e kaydırdı. Bu durum aslında dünyanın ticari ağırlık merkezini ve dolayısıyla jeopolitiği değiştirdi. Üretim ve talep doğuya kaydıkça Asya-Pasifik’in önemi de arttı. Bunların yanında Batı’nın demografik olarak yaşlanması ve ekonomilerinin bir doyuma ulaşması da çift haneli büyüme performansı yakalayan ve dinamik bir nüfusa sahip Asya’nın ön plana çıkmasına katkı sağladı. Lakin burada unutulmaması gereken bir husus var. Ekonomik ve siyasi ağırlık Hint-Pasifik bölgesine kaydıkça Avrupa’nın zayıflaması kaçınılmazken ABD ve bölge müttefikleri için aynı şey söz konusu değildir. Zira ABD’nin son yıllarda yayınladığı resmi raporlarda ve açıklamalara baktığımızda, kendisini Atlantik’ten ziyade bir Pasifik ülkesi olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla Asya-Pasifik’in güçlenmesi bir açıdan ABD’ye ve geleneksel müttefiklerine de yarar sağlamakta. Kısacası Asya-Pasifik bir açıdan ekonomik ve siyasi düzenin yeni ağırlık merkezi olurken aynı zamanda küresel güç mücadelesinin de bir alanı haline geliyor” dedi.
‘Asya, Batı penceresinden yazılan kuralları esnetmek ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda bir düzeninin kurulmasını istiyor’
Koyuncu, son yıllarda Asya’nın yükselişinin yeni kurumların, birlikteliklerin ve platformların kurulmasını beraberinde getirdiğini belirterek şunları aktardı:
‘Türkiye’nin uyguladığı çok boyutlu dış politika, Ankara’nın konumunu ön plana çıkarıyor’
Mevcut konjonktürde uluslararası ilişkilerde en önemli değerin güven olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını dile getiren Koyuncu, “Küresel güç mücadelesinin artığı ve bazı bölgelerin giderek istikrarsızlaştığı bir dönemde Türkiye’nin uyguladığı çok boyutlu dış politika, Ankara’nın konumunu ön plana çıkarmakta. Tarihin bu sahnesinde Türkiye’nin güvene dayalı politikaları ve kazan-kazan temelli yaklaşımı, bölgesel ve küresel anlamda vazgeçilmez bir aktör olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bugün Avrupa’nın azalan gücünü tartışırken yine de bir kutup olduğunu görmemiz gerekir. Mevcut kriz sebebiyle ekonomik ve enerji açısından sıkıntı yaşayan Avrupa için Türkiye’den beklenen politika, bu sorunu kendi milli hassasiyetlerinden ödün vermeden hafifletmektir. Aynı şekilde uygulanan ambargolar nedeniyle bazı zorluklar yaşayan Moskova için de Türkiye’nin oynayacağı rol; yapıcı ve çözüm odaklı olarak değerlendirilebilir. Türkiye ise son yıllarda dış politikada attığı adımlarla bu rolü üstlendiğini gösterdi” şeklinde konuştu.
‘Türkiye’nin Batı’yı bırakıp Doğu’ya geçmesi veya Doğu’dan vazgeçip Batı’ya yönelmesi söz konusu değil’
Mevcut konjonktürün Türkiye’nin üzerine ekonomik, siyasi ve insani görevler yüklediğini aktaran Koyuncu, “Nitekim iki kutbun çarpışma sahasına dönen Rusya-Ukrayna krizinde arabuluculuk rolü için akla gelen devlet Türkiye’dir. Tahıl krizinde bunun başarılı bir örneğini görüyoruz. Şu anda Türkiye’nin üstlendiği rol sayesinde birçok devlet yaşanabilecek gıda krizlerini hafifletmiş ve daha büyük toplumsal olayların ve göç sorunlarının önüne kısmen de olsa geçmiştir. Türkiye söz konusu tarafsızlık görevini oynamadığı taktirde dünyanın daha dengesiz bir hal alacağı aşikar. Türkiye’nin gelecekte izlemesi gereken politikanın mevcut izlediği strateji ile paralellik göstereceği düşünülebilir. Bir de Türkiye hemen eksen değiştirmeyecektir. Önce bekleyip, değerlendirip, görecek. Bir anda Batı’yı bırakıp Doğu’ya geçmesi veya Doğu’dan tamamen vazgeçip Batı’ya yönelmesi söz konusu değil” dedi ve ekledi:
‘Türkiye, bir cepheye dahil olma rahatlığını seçmeyerek daha zor bir yol tercih etti’