Putin geçtiğimiz günlerde ülkesinin nükleer güçlerini alarma geçirdi. Bu elbette nükleer bombaları aktif edeceği anlamına gelmiyor fakat tedirgin …
Putin geçtiğimiz günlerde ülkesinin nükleer güçlerini alarma geçirdi. Bu elbette nükleer bombaları aktif edeceği anlamına gelmiyor fakat tedirgin edici bir hareket olduğu gün gibi ortada. Keza “Dışarıdan müdahale etmeyi düşünen herkes bilsin, bunu yaparsanız tarihinizde yaşadığınız her şeyden daha büyük bir bedel ödersiniz.” diyerek tehditkar bir açıklamada bulunmuştu.
Putin sağı, solu belli olmayan biri. Bu yüzden nükleer düğmeye basma ihtimalinden korkuluyor. Basarsa neler olacağına dair teoriler medyada sıkça konuşuluyor fakat düşüncesi bile kötü olan bu ihtimalin “en azından çok hızlı bir kararla gerçekleşmemesini sağlayan veya hiçbir zaman gerçekleşmemesini sağlayacak olan” eski bir askerî doktrin, Putin ve onun gibilerinin dengesini korumada oldukça etkili.
Karşılıklı Garantili İmha (Mutually Assured Destriuction) doktrini, nükleer silahlara sahip iki veya daha çok tarafın birbirlerini tümüyle ortadan kaldırmasının önüne geçmek adına uygulanan askerî bir strateji ve ulusal güvenlik politikasıdır.
Bu doktrin, güçlü silahlar kullanma ihtimali bulunan düşmana karşı aynı güçte silah kullanma tehdidinin bulunmasının bu silahların kullanılmasını engellediğini belirten “Nükleer Caydırıcılık Teorisi”ne dayanır. Böylece hiçbir taraf ne saldırma cesaretine kalkışır ne de silahsızlanma girişiminde bulunur.
Fark ettiyseniz, terimin İngilizce kısaltması olan MAD, “çılgın” anlamına gelir.
Bu durum ünlü matematikçi John Nash’in Oyun Teorisi’nin en önemli araçlarından biri olan bir “Nash Dengesi” türüdür.
Nash Dengesi, oyuncuların belli özellikler taşıyan strateji seçimlerine verilen isimdir. Bir oyunda her oyuncunun aynı eylemi/seçimi yaptığını düşünelim. Bir oyuncu için seçilmiş eylem, diğer oyuncuların seçtikleri eylem gözetildiğinde oynanabilecek (getiri anlamında) en iyi eylem ise ve bu durum diğer tüm oyuncular için de geçerliyse bu durumun bir Nash Dengesi oluşturduğundan söz edilebilir.
Nükleer caydırıcılık, Soğuk Savaş döneminde ortaya çıktı ve Soğuk Savaş’ın kızışmasını önlemeye yardımcı oldu.
II. Dünya Savaşı’nın ardından, Truman yönetimi nükleer silahların kullanımı konusunda kararsızdı ve bunları bir askerî cephaneliğin parçası olmaktan ziyade terör silahları olarak görüyordu.
ABD hava kuvvetleri, ilk başlarda komünist Çin’den gelebilecek ek tehditlere karşı nükleer silah kullanmaya devam etmek istedi. ABD’nin Eisenhower yönetimi bu politikayı görev süresi boyunca uyguladı ve 1953’te sayısı 1.000 olan silah stoğunu 1961’de 18.000’e kadar yükseltti.
Nükleer silahlanmanın önünün alınamadığı anlaşılınca ve akla, hayale gelmeyecek bir yıkımın olabileceği fark edilince taraflar MAD’in barışı sağlamanın en iyi yolu olduğu konusunda fikir birliğine vardılar. Şimdiye kadar uygulamaya konulan en tedirgin edici pragmatik fikirlerden biri işe yaradı ve taraflar birbirine saldırmanın mantıksızlığı konusunda ikna oldular.
Fakat taraflar hâlâ şüpheci olmaya devam etti. Aralarından biri çok etkili bir saldırı tekniği geliştirip düşmanının karşılık bile veremeyeceği hızda onu yok edebilir miydi?
MAD taraftarları bu yeteneğin elde edilmiş olabileceğinden korkuyorlardı. ABD’nin başına Ronald Reagan gelince işin rengi değişti. Reagan, ülkesini olası bir nükleer tehlikeye karşı korumak için füze savunma sistemi kurmaya karar verdi.
MAD’in de etkisiyle kısmen bir füze savunması eksikliği doğmuştu. ABD’nin müttefikleri bile bunun tehlikeli olduğunu ve MAD’in getirdiği barışı istikrarsızlaştıracağını düşünüyorlardı. O dönemde ABD, teknolojiye yatırım yapabiliyorken SSCB ise buna yetişmekte zorlanıyordu.
Bu durum, Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ı sona erdirme kararının bir nedeni olarak gösteriliyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte MAD aktif bir politikadan ziyade arka plan tehdidine dönüştü, yine de içinde bulunduğumuz günlerde dahi kendisini hissettirmeye devam ediyor.
Bununla birlikte, nükleer silahların caydırıcı olarak kullanılması tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor.
Bu doktrin her ne kadar önemli bir dengeyi sağlıyor olsa da Putin, “bunu asla yapmaz” denilen şeyleri yaptı: Kırım’ı ilhak etme, Donbas’ta savaş başlatma, Ukrayna’yı işgal etme. Bu yüzden artık kimse “Asla nükleere başvurmaz” demiyor, bunun yerine “UMARIZ Kİ asla nükleere başvurmaz” diyor.
Kaynaklar: 1, 2, 3, 4, 5, 6
Peki bir nükleer bomba atılırsa neler yaşarız? Cevabı buradaki videomuzda: