Jules Verne’in 1864 yılında yayımlanan “Dünya’nın Merkezine Yolculuk” adlı öyküsünde, bir grup insanın İzlanda’daki bir yanardağın içinden …
Jules Verne’in 1864 yılında yayımlanan “Dünya’nın Merkezine Yolculuk” adlı öyküsünde, bir grup insanın İzlanda’daki bir yanardağın içinden girerek Dünya’nın merkezine yakın bir yere inmelerinin ardından egzotik bir ortamla karşılaşmaları anlatılır. Okuması her ne kadar keyifli olsa da bilimsel gerçeklikle çelişen çok fazla unsur bulunur.
Peki bilime göre gerçekte ne olurdu? Gezegenimizin yarıçapı 6.371 kilometredir, sadece kabuğu ise 40 kilometredir. Kazarak o kadar derine inmek şimdilik olası görünmese de hayal gücümüzü kullanarak inebildiğimizi varsayalım ve olacakları görelim.
Henüz 150 metre (Dünya’nın merkezine giden yolun %0,002’si) düştükten sonra, kaldıramayacağınız bir hava basıncıyla karşılaşırdınız.
Bu da yetmezmiş gibi hiperoksiden (oksijen zehirlenmesi) dolayı ölürdünüz. Cesediniz ne kadar aşağıya düşerse yoğun hava basıncı tarafından o kadar ezilirdiniz.
Gördüğünüz gibi, ölmeden derinlere inmeyi başarmak mümkün değil. Peki sizi her türlü basınçtan koruyabilecek bir kıyafet giyebildiğinizi varsayalım. Bu basınç giysisiyle deliğe düşerseniz ne olur?
Yaklaşık 1,1 kilometre düştükten sonra, yaklaşık 50 derecelik bir sıcaklıkla karşılaşacağınız için sıcak çarpması nedeniyle ölürdünüz. Cesediniz düşmeye devam edip 2,7 kilometrelik derinliğe ulaştığında sıcaklık yaklaşık 130 dereceye ulaşacağı için vücut sıvılarınız kaynamaya başlardı.
Kurumuş kemikleriniz ve et kalıntılarınız yaklaşık 200 kilometre derinliğe (Dünya’nın merkezine giden yolun %3’ü) ulaştığında, yaklaşık 930 derecelik bir sıcaklıkla karşılaşır ve kremetoryuma girmiş gibi tamamen yanarak toza dönüşürdü. Tozlaşmış haliniz yola devam eder ve kalan 6.171 kilometreyi kat ederek Dünya’nın merkezine ulaşırdı.
Görüldüğü gibi, sizi basınçtan koruyan özel bir kıyafet giyseniz bile bu kez yanarak ölürdünüz.
O zaman biz de koruyucu faktörleri daha da artıralım; özel kıyafetimiz sizi basınçtan, ısıdan, zehirli gazlardan ve radyasyondan koruyabilsin. Bu şekilde deliğe atlasaydınız neler olurdu?
Dünya’nın yer çekimi nedeniyle düştükçe hız kazanacağınız için yaklaşık 10 saniye sonra, 500 metre aşağıya düştükten sonra, yaklaşık 200 kilometrelik maksimum hıza ulaşırdınız. Bu hıza ulaştığınızda karşılaşacağınız hava direnci, daha fazla hızlanmanızı engelleyecek kadar yüksektir.
Derine düştükçe yer çekimi de bir o kadar zayıflayacaktır. Hem bu nedenle hem de hava basıncı daha fazla artacağı için hızınız giderek düşecektir.
Yaklaşık 1 hafta süren bir düşüşün ardından sonunda Dünya’nın tam merkezine ulaşırdınız.
Yani “Dünya’nın Merkezine Yolculuk” filminde yer alan bu sahne sadece bir fanteziden ibaret. Düşüşün bu kadar uzun sürmesinin nedeni -daha önce de vurguladığımız gibi- maksimum 200 kilometreye ulaşabilmeniz ve de kısa bir süre sonra bu hızın basınç artması ve yer çekimi azalması nedeniyle gitgide düşmesindendir.
Dünya’nın merkezindeki yer çekimi kuvveti sıfırdır, çünkü her yönde eşit miktarda madde vardır ve hepsi eşit bir çekim kuvveti uygular. “Godzilla vs. Kong” filmindeki bu sahne gibi:
Ayrıca deliğin içindeki hava bu noktada o kadar yoğundur ki bir çorbanın içinde dolaşmak gibidir. Tam bu noktada küçük bir momentuma sahip olursunuz, bunu kullanarak Dünya’nın merkezini aşıp delikten ilerlemeye devam edebilirsiniz.
Ama bir kez Dünya’nın merkezini geçtikten sonra, “aşağı” şimdi diğer yöndedir. Momentumunuzla merkezi aştıktan sonra yine merkeze doğru yavaşça düşerdiniz. Sonunda Dünya’nın merkezinde yüzer halde kalırdınız.
Peki bu delikteki bütün havayı boşaltırsak ne olurdu?
Hava olmayacağı için hava direnci de olmazdı. Bu nedenle, düştükçe inanılmaz hızlara çıkardınız, saatte on binlerce kilometrelik bir maksimum hızı görürdünüz. Dünya’nın merkezine artık 1 hafta yerine sadece dakikalar içinde ulaşırdınız.
Dünya’nın merkezini aştıktan sonra yer çekimi ters yönde işleyeceği için yavaşlamaya başlardınız. Dünya’nın diğer ucundaki delikten çıkarken baştaki muazzam hızınız artık neredeyse sıfıra yaklaşır. Bir uçtan girip bir uçtan çıkmanız yalnızca 41 dakika sürerdi. Fakat diğer uçtan çıkamama gibi bir senaryoda bir uçtan bir uca sonsuza dek yoyo gibi gidip gelirdiniz.
2012 yapımı bilim kurgu filmi Total Recall’da bunun güzel bir örneği bulunuyor. Dünya’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıkan bir tren, insanları sadece 17 dakika içerisinde Avustralya’dan İngiltere’ye ulaştırabiliyordu.
Yer çekiminin gücünü kullanarak bu kadar hızlı ilerleyebilen bu tren, Dünya’nın ortasından geçerken yer çekiminin azalmasına maruz kalıyor ve içindeki yolcular bu durumu deneyimliyor. Film neyse ki bu önemli detayı es geçmeyerek bilimle ters düşmüyor.
Peki şimdiye kadar ne kadar derine inebildik?
Fotoğrafına baktığınız devasa delik, Rusya’nın Norveç sınırı yakınlarındaki Kola Yarımadası’nda bulunuyor ve yerin 12.262 metre altına kadar ulaşmış durumda. “Yüzeyden dikey olarak açılan en derin delik” unvanına sahip.
Yeni bir teknoloji sayesinde 20 kilometrelik derinliğe inilebilir.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) yan kuruluşu ve enerji firması Quaise, atomları kaynaştıran milimetre uzunluğundaki elektromanyetik radyasyon dalgaları kullanarak bu derinliğe kadar inebilmek için çalışmalar yapıyor. Bu sayede neredeyse sınırsız ve temiz jeotermal enerjiye erişim sağlanabilir.
20 kilometrelik bu deliğin, Dünya’nın 6.371 kilometrelik yarıçapına kıyasla bir hiç kaldığını söyleyebiliriz. Yine de bilim ve teknoloji için önemli bir adım.