Almanya’nın uluslararası yayın kuruluşu Deutsche Welle (DW), Roman Gonçarenko imzasıyla Azov Taburu’nu inceleyen bir haber yayınladı. Haberde …
Almanya’nın uluslararası yayın kuruluşu Deutsche Welle (DW), Roman Gonçarenko imzasıyla Azov Taburu’nu inceleyen bir haber yayınladı. Haberde ‘kötü bir şöhrete sahip olduğu’ belirtilen Azov Taburu’nun, Mariupol kentinin savunmasında öne çıkan grupların başında olduğu belirtiliyor. Ancak, ‘iyi eğitimli savaşçıladan oluştuğu’ belirtilen bu örgütün ‘kötü şöhretinin’ nereden kaynaklandığına ilişkin bilgilerin eksik paylaşıldığı görülüyor.
Azov’un ‘kötü şöhreti’
Azov Taburu’nun ‘kötü şöhreti’, neo-Nazi ve ‘Banderist’ ideolojiye ve Donbass bölgesinde sivillere yönelik düzenlediği katliamlara dayanıyor. Haberde, Mariupol’un ‘Rusya’nın acımasızca sürdürdüğü savaşın merkezlerinden biri’ olduğu söylense de, Azov Taburu’nun karargahının Mariupol’de bulunduğu bilgisi yer almıyor.
Bunların yanında, Rusya’nın devam eden operasyonunda en şiddetli çatışmaların yaşandığı Mariupol’de, Azov Taburu’nun sivilleri canlı kalkan olarak kullanıldığına ilişkin çok sayıda tanıklık bulunuyor.
Azov Taburu’nun Mariupol’da ‘Rus güçleri yeni doğan hastanesini bombaladığı’ yönündeki yalan haberini ilk elden yayan isim ise Ukrayna lideri Zelenskiy’di.
Yine Zelenskiy, Ukraynalı neo-Nazilerin tarihsel önderi Stepan Bandera için ” Ukrayna’nın bağımsızlığını müdafaa edenlerden biriydi” demişti. Azov Taburu’nun en büyük finansörü ile Ukrayna lideri Zelenskiy’in mali destekçisi ise aynı kişiydi: İgor Kolomoyskiy.
/
Aynı şekilde, Zelenskiy’in danışmanı ve Kolomoyskiy’in avukatı Andrey Bogdan, 2015’te Zelenskiy’in siyasete atılması fikrinin kendisine ait olduğunu söylemişti.
Haberde, Azov’un Nazi/Banderist ideolojisi her ne kadar ‘aşırı çilik’ kavramıyla geçiştirilmeye çalışılsa da, Ukrayna’da bugün güçlü bir damara sahip olan neo-Naziler, 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerle işbirliği yapan Ukraynalı kişi ve örgütlerin mirasını devraldı.
‘Aşağı ırklara karşı haçlı seferi’
Ukrayna ulusunun vazifesinin ‘beyaz ırkın, Samilerin başını çektiği aşağı ırklara karşı haçlı seferine liderlik etmek’ olduğunu iddia eden Azov Taburu kurucusu Andrey Biletskiy, nasyonal sosyalizmin ‘Ukrayna’nın tüm kadim Aryan değerlerini uyandıracağını’ öne sürmüştü.
Bugün hala Ukrayna’da her doğum ve ölüm yıldönümlerinde tören ve yürüyüşlerle hatırlanan, hatta doğum günü Ukrayna’da resmi tatil ilan edilen Stepan Bandera, Nazilerle işbirliği yapan ve binlerce Polonyalı ve Yahudi’nin öldürülmesinin baş sorumlularından olan bir savaş suçlusu.
Öte yandan, DW’nin haberinde Stockholm Doğu Avrupa Araştırmaları Merkezi’nden Andreas Umland’ın ağzından bir defa geçirilen ‘Nazi’ ifadesi de, Azov’un kullandığı Nazi simgelerini neredeyse ‘masumlaştırmak’ için kullanılıyor. Ayrıca, Umland’ın ‘Ukrayna halkının bu sembolü faşizmin bir işareti olarak algılamadığı’ yönündeki görüşlerine dair herhangi bir somut argüman da bulunmuyor.
Azov’un kullandığı Wolfsangel simgesinin ‘paganların da kullandığı bir simge’ olarak ‘sıradanlaştırılması’ son dönemde sıkça öne çıkarılan bir argüman. Ancak, bu simgenin daha önce ve başkaları tarafından da kullanılmış olması, simgenin Hitler döneminde Nazizmin önde gelen simgelerinden ve bugün de neo-Naziler tarafından en çok kullanılan sembollerden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dahası, Naziler adı geçen Pagan sembollerini doğrudan kendi ırkçı ‘aryan’ ideolojilerinin tarihsel referansları olarak görüyorlardı. Özetle, söz konusu semboller Nazizm ideolojisinin felsefi temellerini oluşturuyordu.
Üstelik bu mantıkla, doğrudan Nazi Almanyasının kullandığı ‘swastika’ sembolünün de dünya çapında çeşitli medeniyetler tarafından çeşitli zamanlarda kullanıldığını söylemek ve ‘sadece Nazilere ait olmadığını’ iddia etmek mümkün. Ancak, konuyu ‘sıradanlaştırmayı’ amaçlayan bu yaklaşım, 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin bu simgeler altında soykırıma imza attığını, bugün de neo-Nazilerin aynı simgeleri kullanarak sivillere karşı katliamlara giriştikleri gerçeğini değiştirmiyor.
Bu gerçeğin tek taraflı aktarılmasının altında kuşkusuz siyasi bir motivasyon var. O da, Rusya’nın Ukrayna’daki Nazizm ideolojisine dikkat çeken tavrını ‘abartılmış bir saldırı bahanesi’ olarak gösterebilmek. Batı medyasının Ukrayna’daki Azov Taburu ve benzeri yapılanmalar için ‘ırkçı’ ya da ‘neo-Nazi’ ifadelerini kullanmaktan özellikle kaçınmasının altında, ‘Rus saldırganlığı’ karşısında ‘aşırı çiliğin Nazizme ve ırkçığa göre daha kabul edilebilir bir tavır oluşu’ yönündeki siyasi hesap yatıyor.
Bu esnada da, Ukrayna’da 2014’ten beri sokakları terörize eden Azov Taburu, düzenlediği gençlik kamplarında çocuklara silahlı eğitim vermeye ve ideolojik propaganda yapmaya devam ediyor.
Batı elitlerinin Nazi almanyasının yenilgisi üzerine şekillendirdiği ‘özgürlük’ anlatısı, bugün neo-Naziler eliyle bölgeyi istikrarsızlaştırmak üzere bir araç olarak kullanılırken, Batı medyası ise Azov Taburu önderlerinin bizzat kendilerinin ifade ettiği siyasi görüşlerini törpülemek için elinden geleni yapmaya devam ediyor.