İnsanlık olarak her ne kadar daha çok bilinmezlerle dolu uzayı, başka gezegenleri ve galaksileri konuşsak da, çok daha yakınımızda çözülmemiş …
İnsanlık olarak her ne kadar daha çok bilinmezlerle dolu uzayı, başka gezegenleri ve galaksileri konuşsak da, çok daha yakınımızda çözülmemiş büyük bir gizem var; okyanuslar. Binlerce metre derinliğe ulaşan karanlık suları ve yeryüzünün %70’ini kaplayan devasa büyüklüğüyle okyanuslar, aynı zamanda dünya üzerinde yaşayan canlı türlerinin büyük çoğunluğuna ev sahipliği yapıyor.
Bu büyük, gizemli ve büyüleyici sular, bize aynı zamanda hâlâ içinde yaşadığımız gezegene dair bile bilmediğimiz ne kadar çok şey olduğunu gösteriyor. Bildiklerimiz ise okyanusları daha fazla anlamak için gereken motivasyonu bolca veriyor.
Okyanusların henüz yalnızca %20’lik bir kısmı haritalandırılmış durumda
Okyanuslar elimize bir dünya haritası alıp baktığımızda mavi birer boşluk olarak görünse de volkanlarla, dağlarla, ovalarla dolu bir zemini var. Tıpkı karalar gibi. Ancak tüm gezegenin %70’ini kaplayan bu devasa alanların yalnızca %20 gibi küçük bir kısmının haritasına sahibiz. Geri kalan kısmı ise bizim için hâlâ büyük bir bilinmez diyebiliriz.
Okyanuslar dünyadaki canlı yaşamının %94’üne ev sahipliği yapıyor
Farklı gezegenlerdeki yaşam arayışımızda baktığımız ilk olmazsa olmaz işaret ‘su’. Çünkü küçük bir su birikintisinin yaşam için gerekli koşulları sağlayabileceğini biliyoruz. İşte her şeyin başladığı bu su birikintileri bizim gezegenimiz için okyanuslardı. Soğumaya başlayan gezegenimizde oluşan okyanuslar, canlı yaşamının da kaynağı oldu.
Bu kaynak halen dünya üzerindeki canlı yaşamının en önemli varoluş alanı. Çünkü karada yaşayan sayamayacağımız kadar çok canlıya rağmen okyanuslar gezegenimizdeki canlı yaşamının yaklaşık %94’üne ev sahipliği yapıyor. Üstelik okyanuslarda henüz tanışmadığımız çok sayıda canlı olabileceği düşünülüyor.
Dünyanın en büyük canlısı ve pek çok ‘en küçük’ canlısı da okyanuslarda yaşıyor
Gezegenimizin en büyük canlıları, 33 metreye kadar ulaşan boyları ve 150 tona ulaşan ağırlıklarıyla mavi balinalar. Bu büyüleyici yaratıklar, ne yazık ki avlanma faaliyetlerinin yanında okyanus kirliliği ve okyanuslardaki deniz trafiği sebebiyle seslerini duyuramayıp eş bulmalarının zorlaşması gibi gerekçeler yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Devasa mavi balinalara ev sahipliği yapan okyanuslar, aynı zamanda dünyanın en küçük canlılarına da ev sahipliği yapıyor. Pek çok ultra küçük bakteri ve tek hücreliler ile ‘hayvan’ sınfında ise pek çok minik balık, ‘en küçük’ sıfatını elinde tutarken yaşamına okyanusta devam ediyor.
Aldığımız nefesin yarısından fazlasının kaynağı okyanuslar…
Dünya’nın oksijen kaynağı dendiğinde her ne kadar akla ilk olarak ormanlar gelse de aslında doğru cevap okyanuslar. Net bir oran verilememekle birlikte, soluduğumuz oksijenin %50 – %80 arasındaki kısmını okyanuslar sağlıyor.
Okyanusların böylesine zengin oksijen kaynağı olmasının sebebi ise okyanuslarda yaşayan fitoplanktonlar ve denizsel bitkiler. Gezegenin %70’inin okyanuslarla kaplı olduğunu ve bu okyanuslarda karada olduğundan çok daha fazla bitki yaşadığını düşünürsek, aslında durum oldukça mantıklı.
Okyanuslar, gezegenimizin iklim dengesini düzenleyip koruyor
Okyanuslar, gezegenimizin ikliminin ılımanlaşmasını sağlayan ve aynı zamanda yağışların oluşmasını sağlayan su buharının en büyük kaynağı konumunda. bu yönüyle zaten iklim için oldukça kritik öneme sahip olan okyanuslar, aynı zamanda gezegene verdiğimiz en büyük zararlardan birini de düzeltmeye çalışıyor.
İnsan kaynaklı karbondioksit salınımlarının büyük çoğunluğunun atmosferden doğal yollarla uzaklaştırılmasını sağlayan okyanuslar, bunu karbondioksiti ’emerek’ yapıyor. Karbondioksitin yanında diğer sera gazlarını da emen ve iklim dengesini korumaya çalışan okyanuslar, ne yazık ki bunu yaparken ısınmaya devam ediyor.
İlk bakışta verdiğimiz zararı en aza indirerek doğal dengeyi koruyor gibi görünse de, aslında insan kaynaklı sera gazlarını emen okyanuslar giderek ısınıyor. Okyanusların ısınması ise dengenin bozulması ve yağışlardan sıcaklıklara, okyanuslardaki ekolojik dengenin alt üst olmasından oksijen üretiminin zarar görmesine kadar pek çok kötü durumla sonuçlanıyor.
Dünyanın canlı organizmalardan oluşan tek devasa ‘yapısı’ okyanusta
Büyük Set Resifi’ni daha önce duydunuz mu? Milyonlarca mercan polipinden oluşan Büyük Set Resifi, birbirinden ayrı 2,900 resif ve 900 adadan oluşan, 2,600 km genişliğe yayılmış 344,400 km² alanı ile dünyanın en büyük resif sistemi olarak biliniyor. Bu devasa yapıyı canlı organizmalar oluşturuyor ve pek çok balık ve canlı türüne ev sahipliği yapıyor.
Küresel ısınmanın etkisiyle ne yazık ki ciddi bir yok oluş sürecine giren Büyük Set Resifi, Avustralya’nın Queensland sahili açıklarında bulunan Mercan Denizi’nde yer alıyor. Geçtiğimiz yıllarda yoğunlaşan ‘yok olma’ eğilimi sonrası Avustralya hükümeti resifi kurtarmak için çalışmalar başlatmış olsa da, resifin içinde bulunduğu tehlike devam ediyor.
Okyanuslarda her gün ‘dünyanın en büyük göçü’ yaşanıyor
Okyanusları inceleyen bilim insanları, bu devasa su kütlesini temelde üç bölümde inceliyor. Yüzeyden aşağı ilk 200 metre ‘Güneş ışığı bölgesi’ olarak anılırken 200 metreden sonra 1000 metre derine kadar olan kısım ‘Alacakaranlık bölgesi’ olarak biliniyor. Ardından da Güneş ışığının hiç ulaşmadığı batiyal bölge geliyor.
Alacakaranlık bölgesi, bu bölgeler arasında bilim insanlarının en çok dikkatini çeken kısım çünkü henüz bölgede yaşayan canlılar ve ekosistemin geneli hakkında öğrenecek çok şeyimiz var. Bilinen bir bilgi ise oldukça dikkat çekici.
Suyun altındaki bu 800 metre boyunca derine doğru devam eden bölgede yaşayan canlıların bir kısmı beslenmek için her gece yüzlerce metre yukarı yüzüp yüzeye çıkıyor. Ardından da okyanusun derinliklerindeki yuvalarına geri dönüyorlar. Her gece gerçekleşen ve belki de milyonlarca canlının uyguladığı bu ‘ritüel’ bilim insanlarınca dünyanın en büyük göçü olarak anılıyor.
Okyanusların içinde nehirler, şelaleler, göller var…
Kulağa ne kadar garip gelse de, okyanusların içinde akan nehirler, şelaleler ve oluşmuş ‘göller’ var. Bu etkileyici yapıların oluşmasında etkili olan şey ise okyanus suyunda meydana gelen farklı tuzluluk ve yoğunluk oranları ile suyun ısısının farklılaşması.
Gezegenin en derin çukuru olan Mariana Çukuru, Büyük Okyanus’ta bulunuyor
Mariana Çukuru, Dünya’nın bilinen en derin noktası. Yaklaşık olarak 11 bin metre derinliğinde olan çukur o kadar derin ki, içine gezegenimizin deniz seviyesi üzerindeki en yüksek dağı olan Everest’ten neredeyse 1,5 tane sığabilir.
Suyun altında 11 bin metre boyunca derine inen bu ürkütücü çukura ilk olarak 23 Ocak 1960’ta ABD Donanması’ndan Teğmen Donald Walsh ve İsviçreli bilim insanı Jacques Piccard inmişti. Bunun ardından gelen ilk dalış, 2012 yılında ünlü yönetmen James Cameron tarafından gerçekleştirildi. Son olarak da 2019 yılında Victor Vescovo bir dalış gerçekleştirdi. Bu dalışta, 11 bin kilometre derinde bulunan plastik atıklar, o dönemde bolca tartışma yaratmıştı.
Dünyanın en izole ve karadan uzak noktası ‘Point Nemo’ aynı zamanda okyanusun ortasında bir ‘uzay çöplüğü’
Dünya üzerinde bir nokta düşünün ki, karadan ve insanlıklar binlerce kilometre uzakta, tamamen izole olsun. Hatta öyle ki ona en yakın sayılabilecek insanlar uzayda olsun…
Böyle bir nokta var ve ‘Point Nemo’ olarak biliniyor. En yakın kara şeridinden yaklaşık 1600 kilometre uzakta olan Point Nemo’ya en yakın yerleşim yeri ise 2700 kilometre uzakta. Öyle ki dünyanın etrafında yaklaşık 415 kilometre yükseklikte bir yörüngede dönen Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki astronotlar, bölgeye dönem dönem en çok yaklaşabilen insanlar oluyor.
Fakat bu insandan yüzlerce kilometre uzaktaki ‘dünyanın en izole noktasını’ bile bir tür çöplüğe dönüştürmeyi başarmışız. Aynı zamanda ‘uzay aracı mezarlığı‘ olarak da bilinen bu bölgeye ömrü dolan uzay araçları, uydular ve diğer uzay ‘çöpleri’ bu bölgeye atılıyor.
BONUS: Okyanuslar, her sene yaklaşık 8 milyon ton yeni plastik atığa ev sahipliği yapıyor…
Ne yazık ki okyanuslar büyük bir hızla ve geri dönüşü olmayan bir şekilde devasa birer plastik çöplüğüne dönüşüyor. Her yıl ortalama 8 milyon ton plastik atık daha okyanuslara atılıyor. Bu atıklar okyanusların ekolojik yapısını alt üst ediyor, dev çöp adaları oluşturarak canlı yaşamını adeta yok ediyor.
Ne yazık ki insanlık olarak pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da kendi sonumuzu hazırlamaya ısrar ediyor ve plastik kullanımına devam ediyoruz. Gelecekte okyanuslarda canlı yaşamı kalmadığında başımıza gelebileceklere dair senaryoları ise bu yazıdaki bilgilerden yola çıkarak hayal gücünüze bırakıyoruz….