Günümüzde neredeyse artık her sektöre etki eden teknoloji, tabii ki spor endüstrisinden de geride kalmadı. Bundan nasibini en fazla alan …
Günümüzde neredeyse artık her sektöre etki eden teknoloji, tabii ki spor endüstrisinden de geride kalmadı. Bundan nasibini en fazla alan branşlardan biri ise futbol oldu. Aslında futbolun ekonomik boyutu, yeni ihtiyaçları da doğurdu. Çünkü hata nedeniyle kaybedilen bir maç, hatta yenilen bir gol, milyonlarca Euro demekti. Ve böylece son yıllarda VAR, gol çizgisi teknolojisi gibi pek çok yenilik futbolun içine girdi.
Bu tartışmalar günümüzde de hala devam ederken, biz de Webtekno olarak işin uzmanına danışmaya karar verdik. 36 yıldır ülkemizde teknik direktörlük yapan, 780’den fazla maç yöneten ve futbola 47 senesini veren teknik direktör Yılmaz Vural ile futbol – teknoloji ilişkisini ve spor gündemini konuştuk. Futbolun hem eski zamanlarında hem de günümüzde aktif olarak yer alan Vural, ”Teknoloji ve bilim, antrenman bilgisinde, istatistikte, analizde, sosyolojide işin içine giriyor. Bunlardan istifade etmemiz gerekiyor. Ama en önemlisi bu teknolojiyi yöneten kişinin niyeti, doğruluğu, ahlakı” dedi. Gelin şimdi futbol ve teknoloji nasıl iç içe girmiş, yıllar içinde nasıl değişmiş, spor gündeminde ne gibi gelişmeler var, Yılmaz Hoca’nın gözünden bakalım.
”Türkiye antrenman biliminde henüz gerideyken, ben Almanya’da teknoloji ve bilim eğitimi aldım”
Teknolojinin futbola girmesi, onu kullananların bir adım ötede olmasını sağlıyor. İki dönemi de yaşamış birisiyim. Türkiye’de daha henüz antrenman bilgisinin Almanya’ya göre geride kaldığı dönemde ben 1986 yılında Almanya’da futbolun teknolojisi ve bilimi üzerine eğitim aldım. Almanya 1982 yılında Araştırma ve Bilim Akademisi’ni kurdu. Daha sonra Köln’e 12 katlı bir bina yaptılar. Sporun teknoloji, bilim ve sosyoloji ile olan ilişkisini laboratuvara soktular. Analiz programları, basketbolda olduğu gibi scouting, oyuncuların sezon boyunca istatistik ve performans verileri incelendi. Daha sonra bunlar daha da detaylandı tabii. Şimdi bir giriyorsunuz istatistik sitesine, oyuncuyu sarışın mavi gözlü oluşundan sol ayağının daha iyi olduğuna kadar tanıtıyor. Girdiğiniz verilere göre size oyuncu öneriyor hatta.
”Bu ekonomik zorluklar içerisinde futbol, bir fazla personeli kabullenemiyor”
Kötü yanlarına bakarsak, aslında bu bir oyun tabii. Oyuncunun özgüveni düşebiliyor. Eksiklerini görmek için testler yapılıyor. Oyuncu da kendi zaafının ortaya çıkmasından hiç mutlu olmuyor. Sağ adalesinde zaaf olan oyuncuyu görebiliyorsunuz ve onu geliştirmek gerekiyor mesela.Tabii ki bu teknolojiyi kullanacak birisi de gerekiyor. Bu ekonomik zorluklar içerisinde futbol, bir fazla personeli kabullenemiyor. Oyuncunun verileri önünüze geliyor ama eksiklikleri gidermek adına çalışabilecek biri, performans antrenörü de gerekiyor. Ben 1994 senesinde Gaziantepspor’a hoca oldum, başında Celal Doğan vardı. Bir kaleci antrenörü getirdim, bana ‘Hocam bir de sağ bek çalıştıracak antrenör alsaydın’ dendi. Şimdi bir teknik direktör 7-8 kişilik ekiple gidiyor. Bizim bir veriler ışığında bir program hazırlamamız, rakiple ilgili analizlerimizin bir tanesi 8 saat alıyor. Az bir zaman değil.
”Eskiden devre arasında su içirmek yerine limon yedirirlerdi”
Teknoloji ve bilim, antrenman bilgisinde, istatistikte, analizde, sosyolojide işin içine giriyor. Bunlardan istifade etmemiz gerekiyor. Futbol Amerikan futbolundan sonra en çok kalabalık oynanan oyun. 28 oyuncunun 11’ini oynatıyorsunuz. Oynamadığı için mutsuz olan oyuncular takım dinamiğini bozuyorlar. Burada psikoloji ve sosyoloji işin içine giriyor. Zaten o zaman antrenörlük başarısı ortaya çıkıyor. Biz buna ‘Takım olmak’ diyoruz. Mesela eskiden oyuncular kendileri ısınırdı, devre arası limon yerlerdi, su içmezlerdi. Bilim ve teknoloji işin içine girdikten sonra 20 dakikada bir su içilmesi gerektiği söylendi. Devre arası limon gibi asitli şeyler yemenin doğru olmadığını belirttiler. Maç yemeklerinde vücudunuzdan glikojen, karbonhidrat ve yağın ne denli enerji harcadığını bile bilmeniz gerekiyor.
”Ey futbol federasyonu! Sen eğitiminle kendi kendini çürütüyorsun!”
Ben sürekli bas bas bağırıyorum Türkiye’de antrenör eğitimi ile ilgili. Yeterli antrenör eğitemiyoruz. Uluslararası yarışmalarda bizleri iyi hazırlayacak antrenörlerimiz maalesef oluşmuyor. Bu antrenörlerin de suçu değil. Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) Eğitim Dairesi var ancak yeterli değil. Yeterli olsa ülkeye yabancı antrenör getirme ihtiyacı hissetmezsiniz. Özellikle milli takıma. Peki neden getiriyorlar? Bizden daha iyi biliyor diye… Bizden daha biliyorsa ey futbol federasyonu, sen eğitiminle kendi kendini çürütüyorsun. Ben iddialı bir şekilde söylüyorum, Türkiye’de spor, Avrupa ve dünya gençliği arasında bizim gençliğimizi öne çıkaracak kadar kapasitede eğitime sahip değil. Bunun sorumlusu da organize edenler.
”VAR sıfır hata ile bu işi yapalım diye geldi. Üretemediğin teknoloji senin teknolojin değil. Taklit eden bir ülkeyiz”
Teknoloji var, stadyumlar yapılıyor ama bunu kullananlar yine insan. Biz insan kalitesini yükseltilmedikten sonra teknoloji sınıfta kalıyor. İnsanın niyeti, doğruluğu, ahlakı yoksa teknolojinin doğru dediği şeye adam hayır diyor. Teknolojinin ne kabahati var? Teknoloji çizgiyi geçti gol diyor, adam hayır diyor. VAR sıfır hata ile bu işi yapalım diye geldi. İnsanı nasıl düzelteceğiz? Problem orada. Bizde çıkar ilişkileri ne yazık ki çok fazla. Aslında ülkemizin potansiyeli çok fazla. İlkokul ve lise çağında 18-20 milyon çocuğumuz var. Bu dinamiği bilim ve teknoloji ile eğitebilmeyi başarabilmeliyiz. Biz teknolojiyi her şeyi ithal ettiğimiz gibi ithal ediyoruz, üretemiyoruz. Üretemediğin teknoloji senin teknolojin değil. Taklit eden bir ülkeyiz, taklitle yapan bir şey aslına benzemez.
”VAR sistemini doğru buluyordum ama bu fikrim değişmek üzere…”
Teknoloji bir ruh değil, doğruluk taşır. Doğru ya da yanlış der, ortada durmaz. İşin içine ruh girince bazen doğru olana da yanlış diyebiliyor. VAR sisteminde bir karar veriyorsunuz, bu kararı verene kadar zaman geçiyor. Geçen sene bizim için penaltı kararı verilmesi tam 7 dakika sürdü ve biz küme düştük. Ofsayt mı değil mi diye başka bir maçta karar verilmesi 5 dakika sürdü. İşin içinde insan olunca teknoloji bile maalesef bunu engelleyemiyor. Ben mesela VAR sistemini doğru buluyordum ama bu fikrim değişmek üzere. İngiltere’deki bir maçta hakem 1 dakikada karar veriyor, bizde çok bekleniyor. Futbol akıcı bir oyun. Bu kadar durdurmanızın amacı ne? 8 tane açıdan görebiliyorsunuz. VAR’ı iyi kullanamıyoruz. Tabii ki zaman isteyen bir süreç, haksızlık etmeyelim. Sabırla beklemek lazım. Yanlış bir kararla 3 milyon TL kaybettiriyorsunuz takıma. Böyle önemli bir şeyde teknolojinin işin içine muhakkak girmesi lazım. Çağımız dünyasında teknolojinin girmediği bir alan yok. Bu iş teknoloji ve bilim ancak biz bunun gerisindeyiz. Üniversitelerin de bunun üstüne gitmesi ve araştırma, çalışma yapmaları lazım.
Yılmaz Vural’ın favori futbol ve spor teknolojileri:
Gol çizgisi çok önemli. Maradona eliyle gol attı, hakem görmedi. Eliyle attığı gol ile dünya şampiyonu oldu. Artık futbol bir ekonomi oldu. Gol çizgisi, VAR, bunlar çok önemli. Oyuncuların bireysel gelişimleriyle ilgili teknolojinin işinde olduğu verilerin ölçülmesi, performans analizleri de çok önemli. Antrenörler, antrenman yaptık sanıyorlar. Antrenör daha futbolcunun eksiklerini söyleyemeden süre bitiyor. Doğru antrenman yapamazsanız günümüz insanlarının futboldan beklediklerini karşılayamazsınız. Bu beklentiler tempo ve sürat.
”Fatih Terim’e farklı soruluyor, Ömer Erdoğan’a farklı sorular soruluyor.”
Türkiye’de medya biraz rating üzerinden dönüyor. Yazar çizer, onun izleyenenin duymak istediklerini anlatıyor. Bunda bir düzgünlük yok. Doğru bilgiyi vermek adına medyayla iç içe olmak gerekiyor. Maç sonlarına bakıyorum, sorulan sorular farklı geliyor. Fatih Terim’e farklı soruluyor, Ömer Erdoğan’a farklı sorular soruluyor. Antrenörün karakterine göre soru soruluyor neredeyse. Böyle bir şey var mı ya? Sosyal medyayı engelleyemezsin. Ben yıllardan beri gazete almıyorum, sosyal medyadan ve uygulamalardan takip ediyorum. Bilgileri güncel ve anında alıyorsunuz. Orada herkes olumlu olumsuz fikrini söyleme özgürlüğüne sahip, Haşa, Tanrı’yı bile eleştiriyoruz. Siz kendi yaptığınızın yanlışı ve doğrusunu çok iyi biliyorsunuz. Sosyal medyada sizi yönlendirecek olanları çok ciddiye alır, diğerlerini es geçersiniz.
”Fenerbahçe’yi tabii ki çok arzu ediyoruz, yıllardan beri de söylüyoruz ‘Çalışalım, yaparız ederiz’ diye.”
Sosyal medya artık ölçü olmaya başladı. Her hafta 1-2 kere trend topic oluyoruz. İnsanlar bizi her yere yakıştırıyor, ‘Beşiktaş’a gelsene, Galatasaray’a gelsene, Fenerbahçe’ye gelsene’ diye. Şu anda en güncel olan Fenerbahçe ve Beşiktaş çünkü teknik direktörü yok ve arayıştalar. Onların taraftarları da bizden bahsediyor. Yönetim kurulunda da yakın olduğumuz arkadaşlarımız var. Bir yerlerde karşılaşınca konuşuyoruz tabii. Fenerbahçeli yöneticilerin gündemini bilmem ama Fenerbahçe taraftarının gündeminde Yılmaz Vural ismi çok ön planda.Tabii ki seçen yöneticiler. Ama o seçiciler şunu unutmasın; yapılan şeyler ne kadar doğru onu bilemiyorum.
Fenerbahçe’yi tabii ki çok arzu ediyoruz, yıllardan beri de söylüyoruz ‘Çalışalım, yaparız ederiz’ diye. Antrenör seçilirken popülerite, isme bakılıyor ve yabancı çok ilgilendiriyor onları. Bunu anlayamıyorum. Ben de geçmişe dönerek kendimi değerlendiriyorum. Türkiye’nin resmi maç yönetme sayısında en en tecrübeli ikinci teknik direktörüyüm. Birinci Şenol Güneş. Bir yıl boş kalmadan, 780 küsür maç idare etmişim ve bunlar mahalle takımı değil, Türkiye liglerinin takımları. Hep zor şartlarla, ekonomik imkansızlıklara mücadele edip buralara geldik. Ben büyük takım çalıştırıp Yılmaz Vural olmadım. İki tane üniversite bitirdim, profesyonel futboldan geliyorum, yabancı dilim var, Avrupa kültürüm var. Zaman zaman espri de yapıyoruz ‘Alman vatandaşlığım da var’ diye. Hiçbir zaman önemli görevlerde ismimizi telaffuz etmezler, o da başka dava. Ben bilgiyle bir yere gelmiş ender insanlardan birisiyim Türkiye’de. Türkiye’de anket yapılıyor, en sevilen ve güvenilen 5 insan arasına girmişim. Bizi buralara yakıştırmamalarının sebebi nedir yani?
“Biz hep iddialıyız. Bana şans vermezler, kendileri şans alır.”
Hak ettiğiniz değeri veren yok. Yönetici ve oyuncu yönetilmek istemiyor, dominant bir antrenör ile çalışmak istemiyorlar. Ne zaman sıkışıyor, o zaman ‘Hocam gel’ diyorlar.Zor oluyor tabii, kolay olmuyor. Kimisini başarıyorsun, kimisi olmuyor. Ben iyi futbol oynatırım, zaman zaman söylüyorum 50 bin taraftarı orgazm ederim, sahaya indiririm diye. Bunu söylerken düşündüğümüz bir şey var. Durup dururken söylenecek bir laf değil bu. Biz hep iddialıyız, yaparız, başarırız. Bana şans vermezler, kendileri şans alır. Bana ne şans verecek, gelmişim bu yaşa ve 36 yıldır 30 tane takımda hep çalışmışım. Bazı takımlarda birden fazla çalışmışım, tekrar ettiğimiz yerler de var. Benden daha deneyimli bu ülkede başka birisinin futbolda olması mümkün mü?
”Bakıyorsun, Stefan Kuntz’u getiriyor Hamit Bey. Getirsin, hayırlı olsun”
Bu yaşa geldik, yazık. Bir şey değerini bulamadan kaybolup gidecek. Üzülüyorum için için ama tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok. Bakıyorsun, Stefan Kuntz’u getiriyor Hamit Bey (Hamit Altıntop). Getirsin, hayırlı olsun. Ayıp ya. Almanya’da yaşayan bir Türk olarak Alman antrenörleri içerisinde 3-4 kişiden bir tanesiyim. Almanya bize değer veriyor, bunlar vermiyor. Gitsin birisi yurt dışına eğitim yapmaya, kolaysa, gelsinler göreyim. Ben bir işçi çocuğuyum. Kendi imkanlarımla gidip oralarda sabahlara kadar çalışıp ertesi gün fiziksel aktivite isteyen bir okul bitirmişim spor akademisinde, öyle şarkı türküyle değil sıfırdan. Pekiyi ile bitirdim diye bana direkt pro-lisansa katılma hakkı vermişler. Almanlar yapıyor bunu. Enderdir yani. Türkiye’de 1993 senesinde ilk pro-lisansa sahip adam benim ve ‘Yılmaz takla atıyor, bilmem ne yapıyor’ diyorlar. Bu bir eğlence, eğlenmeye geliyor izleyenler. Bütün bu iyi niyet ve uğraşıma rağmen üzülüyorum.