enflasyonemeklilikötvdövizakpartichpmhp
DOLAR
34,5452
EURO
36,0257
ALTIN
2.996,76
BIST
9.488,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
19°C
İstanbul
19°C
Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Parçalı Bulutlu
11°C
Pazartesi Çok Bulutlu
10°C
Salı Hafif Yağmurlu
12°C

Sezai Karakoç’un eserlerine çok yönlü bakış

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesince  “Sezai Karakoç Kolokyumu” düzenlendi. Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’ndeki oturumun …

Sezai Karakoç’un eserlerine çok yönlü bakış
28.11.2022
263
A+
A-

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesince  “Sezai Karakoç Kolokyumu” düzenlendi.

Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’ndeki oturumun moderatörlüğünü üstlenen Abdullah Harmancı, Karakoç’un daha çok düşünür ve şair olarak bilindiğine dikkati çekerek, “Ama düşünürlüğü ve şairliğinin ötesinde birçok edebi türle haşır neşir olduğunu biliyoruz. Yabana atılmayacak öyküleri, piyesleri, eleştirileri, poetikası var. Çok yönlü bir sanatçı.” ifadelerini kullandı.

Yazar Güray Süngü, Türk edebiyatının büyük isimlerinin her zaman yazdıkları türler dışında kaleme aldıkları eserlerin de ele alınması gerektiğinin altını çizerek, şu bilgileri verdi:

Sezai Karakoç’un “Meydan Ortaya Çıktığında” ve “Portreler” adlı iki hikaye kitabı olduğunu aktaran Süngü, “Meydan Ortaya Çıktığında için dikkatimi çeken izlek, teknik. Bu hikayedeki meydan, mahşer meydanı. Mahşer meydanına gelindiğinde, o ana varıldığında, defter dürüldüğünde, şarkı bittiğinde, oyun ve eğlence sona erdiğinde, sınav nihayet bulduğunda ne olacak, mesele bu. İkinci kitap portreler. Kitapta 12 hikaye var. Geç Kalan Adamın Öyküsü, Sade Bir Yüz, Topraktan Başlayarak, Tuzak ya da Son Günler, Dönüş, Gezi, Bağbozumu, Dağ, Bülbül, Bekçi, Kayboluş, Kiralık Bir Ev adlı hikayelerden müteşekkil. Temalar ilk kitaptakiyle benzer ama daha çeşitli. Ev, sürgün, ait olunan yer, oraya dönüş, başkalaşım, beni en çok etkileyen temalar.” dedi.

– “PERDE VE GÖREV İSİMLİ ESERLERİ SOSYOLOJİK ANALİZLER EKSENİNDE OKUMAK YERİNDE OLACAKTIR”

Yazar Yunus Emre Özsaray da Karakoç’un “Ertelenen Düğün”, “Çeyiz”, “Perde”, “Görev” ve “Armağan” isimli beş piyes yazdığına dikkati çekti.

Bu piyeslerden sadece Görev ve Armağan’ın Diriliş Dergisi’nde yayınlamadan kitaplarına alındığını belirten Özsaray, şu bilgileri verdi:

“Diğer üç piyes Diriliş Dergisi’nde yayınlanmıştır. Ertelenen Düğün ve Çeyiz isimli piyesler, Karakoç’un Diriliş tezinin felsefi ilgilerinin kurmacaya dönüşmüş hali olarak karşımıza çıkar. Bu piyeslerde Varoluşçuluğun bilhassa Kierkeegard’ın gerek Korku ve Titreyiş gerekse Ölümcül Hastalık Umutsuzluk kitaplarındaki insanın kendilik kazanmasına dair kimi yaklaşımlarının etkilerini görürüz. Tek perdeden oluşan Ertelenen Düğün, düğün hazırlıklarını tamamlamışken nişanlısını terk etmek yükümlülüğünde olan genç adam ile genç kızın konuşmaları şeklinde kurgulanmıştır. İki kahramanın konuşmaları, Sezai Karakoç’un fikri eserlerinde ele aldığı bir takım tezleri kurmacaya dönüştürür. Ertelenen Düğün isimli piyesle benzer bir izlek üzerine yazılmış. Çeyiz isimli piyeste bir ödev şuuruyla yüklenmiş genç kız, diğer taraftan çeyiz karşısında aile fertlerinin görev şuurları, fizikötesi varlıkların ödevleri gereği genç kızın aklını çelmek istemeleri ve yine diğer varlıkların yükümlendikleri ödevler tek perdede okura sunulur.”

Özsaray, Görev ve Perde isimli eserlerin ise diriliş düşüncesinin toplum-fert arasındaki ilişkileri değerlendirme ölçütleri dahilinde yorumlanmaya müsait olduğunu vurgulayarak, “Piyesler 1 kitabındaki eserler için bir tasnif yapılacak olursa Ertelenen Düğün ve Çeyiz isimli eserleri felsefi soruşturmalar, Perde ve Görev isimli eserleri ise sosyolojik analizler ekseninde okumak yerinde olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.

– “KARAKOÇ ŞİİRİNDE HEYKEL SANATINA DAİR ÇOK GENEL BİR GÖRÜŞ HAKİM”

Prof. Dr. Turgay Anar ise Karakoç şiirinde heykel sanatına dair çok genel bir görüşün hakim olduğunu dile getirerek, “Heykellerin ne özel adları ne de onları yapan sanatkarların isimleri vardır. Karakoç şiirindeki heykeller, görüşlerini, fikirlerini ve idealini yansıtmak ve bunları şiirinde somutlamak için kullanılan hazır nesnelere benzer. Onun malzemesinin alındığı toprak, şairin kurduğu şiirde anonim bir adlandırma ile yeniden karılır. Bu tür heykeller, şairin dile getirmek istediği duygu, düşünce, dram, ayrılık, acı, buhran ve daha birçok duygu, düşünce ve kavramı somutlamaya fırsat sağlar.” ifadelerini kullandı.

Karakoç’un İslam mimarisi geleneği içinden süzdüğü fikirlerle çağdaş mimari eserlere baktığının altını çizen Anar, şöyle devam etti:

“Onun bakışındaki temel nokta, Batı medeniyeti ve dolayısıyla da Batı mimarisi ve eserleri ile bir hesaplaşma fikridir. Onun üzerinde ısrarla durduğu mimari eserler içinde çeşmelerin özel bir yeri vardır. Meydan çeşmeleri, Karakoç’un şiirlerinde geçmiş güzel günleri, bereketi, bolluğu, yani İslam’ın güzel günlerini sembolik düzeyde yansıtmakla birlikte çeşmelerden gürül gürül akan su, beslendiği kaynağın ne kadar güçlü olduğunu göstermesiyle dikkat çekicidir. Bu kaynak ne kadar güçlüyse, gelecek günler de ondan güç alarak yeniden ve daha da güçlü bir şekilde dirilebilir. Kurumuş çeşmeler, geleneğin canlılığını yitirmesi, içinde kendine anlam kazandıran medeniyetin paslanması, geçmişle gelecek arasında kurulması planlanan devam zincirinin kopması anlamlarına da gelir. Onun şiirindeki geleneksel meydan çeşme mimarisi estetik açıdan güzeldir. Bunun en bilinen ve dikkat çekici örneği, ‘Sultanahmet Çeşmesi’ şiiridir. Şiirde söze dökülen, estetik açıdan tasvir edilen çeşmenin deliklerinden su yerine süs akar. Bu akan su, işte onun diriliş felsefesi olarak nitelediği İslam geleneği, kültürü, sanatı, edebiyatı, yani kendi inandığı değer, düşünce ve sanatın en güzel örneğidir.”

İki gün boyunca süren etkinlik, Sezai Karakoç’un mimari, estetik, görsel ve işitsel sanatlarla ilgili görüşlerinin ele alındığı oturumlarla sona erdi.

– “KARAKOÇ’UN SIRTINDA YUMURTA KÜFESI VARDI”

Türkiye Yazarlar Birliği Kurucusu, yazar D. Mehmet Doğan da Sezai Karakoç’un gelenekle kurduğu ilişkinin henüz ilkokul sıralarındayken başladığını belirterek, “Karakoç eski harfleri öğrenmek istiyor, babasından sonra annesinden. İkisi de bunu reddediyor. Bunun üzerine kendisi eski bir kıraat kitabına bakarak Osmanlı yazısını öğreniyor ve seçme yazılar, güzel yazılar gibi bir antolojiden de Namık Kemal’den başlayarak, son devir edebiyatçılarını tanıyor. Yani şuurlu olarak eski edebiyatı öğrenme merakı Karakoç’ta çok erken yaşta başlıyor.” diye konuştu.

Karakoç’un ortaokul, lise öğrencisiyken de aruz veznini öğrendiğini aktaran Doğan, şu bilgileri verdi:

Sezai Karakoç’un sırtında yumurta küfesi olduğu için bu konularla ciddi olarak ilgileniyor ve bu hususta ona kapı açanın da Yahya Kemal olduğunu düşünüyorum. Yahya Kemal, Batılılaşma dönemi edebiyatının bir noktasında aşağı yukarı 50 yıldan sonra eski edebiyatla ilgili bütün o kötü imajları bir tarafa bırakıp onunla sağlıklı bir ilişki kuruyor ve onun Türkçenin devam eden çizgisi olduğunu söylüyor. Divan edebiyatının önemli tüm isimleri Sezai Karakoç’un yazılarında geçiyor. Hatta Fuzuli’ye çok önem veriyor. Kendisinin bu şiiri özümsediğini buradan çıkarabiliyoruz. Fakat şöyle diyor, ‘Klasik edebiyatı devam ettirmek, onu taklit etmek değildir. Yeni bir yorumla onu şiirleştirmemiz lazım’. Karakoç eski formu kullanıyor ama yeni bir tarz, ifade ve üslupla yapıyor. Diğer döneminin şairlerden farkı da metafizik muhtevaya sahip olması bu şiirlerin. Diğerleri kendi materyalist yapıları içinde divan edebiyatıyla ilgili birtakım şeyler yaptıklarını sanıyor. Sezai Karakoç, gerçekten sağlıklı bir ilişki kuruyor.”

– “SEZAİ KARAKOÇ İLE CEMAL SÜREYA, İKİNCİ YENİ’NİN TAŞIYICI FİGÜRLERİ, EN ETKİLİ İSİMLERİ”

Şair, yazar Zafer Acar da İkinci Yeni ve Sezai Karakoç üzerine uzun soluklu çalışmalar yaptığını dile getirerek, “Sezai Karakoç gibi bir isim İkinci Yeni gibi bir akımın içinde nasıl var oldu? Müslüman bir kimliğe sahip. Çok erken yaşlarda Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su ile tanışıp ideolojik anlamda da İslam düşüncesine yakınlık duyan birinin çoğunluğu sosyalistlerden oluşan, seküler, laik şairlerin oluşturduğu bir akımda yer alma macerası önemli. Yalnız başına, bir kampın, bir akımın içerisinde yer alıyor. Bunun üzerine düşünmek lazım. Arka planına bakmak lazım.” değerlendirmesini yaptı.

Karakoç’un Mülkiyeyi kazanmasıyla, İkinci Yeni’nin önemli şairlerinden Cemal Süreya ile tanıştığına işaret eden Acar, “O birliktelik İkinci Yeni’nin kurulma aşamasında çok etkili oluyor. Bana göre Sezai Karakoç ile Cemal Süreya, İkinci Yeni’nin taşıyıcı figürleri, en etkili isimleri. İlhan Berk var düşünceleriyle besliyor. Turgut Uyar var şiirleriyle daha çok besliyor, düşünceleriyle ise 1960’a kadar İkinci Yeni’nin içerisinde çok da yer almayı yeğlemiyor.” dedi.

Acar, Sezai Karakoç’un sanatta hiçbir zaman muhafazakar davranmadığını, yeniliğe, gelişime açık olduğunun altını çizerek, şunları kaydetti:

Karakoç’u edebiyat tarihçiliği bağlamında değerlendiren Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Mesut Koçak ise şunları anlattı:

“Sezai Karakoç, edebiyat tarihlerinde İkinci Yeni kadrosu içinde zikredilmesine ve şiirinin ayırt edici yönü olarak mistik, metafizik, İslami, kültürel ve tarihsel imgeler gösterilse de böyle mutlak metinselleştirmelerle dondurulup sabitlenemeyecek bir şahsiyet olarak görünmektedir. 1950’lerden 1960’lara, 1960’lardan 1980’lere uzanan çizgide şiirinde değişim ve dönüşümler izlenebileceği gibi, şairlik portresinin yanına düşünürlük portresini de eklemiş, farklı türlerde eserler kaleme almak ve ideolog olmanın yanı sıra ‘Diriliş’ dergisiyle bir okul olma hüviyeti de kazanmıştır. Bütün bu hususiyetler onu sabit, lineer, donmuş, tek boyutlu olmaktan çıkarmaktadır. Değişken, hareketli, çok boyutlu ve canlı bir şahsiyetin gerçekliğinde tezahür eden bütün bir etkililiği içinde okunması gereken bir şair, yazar portresi çıkmaktadır ortaya. Bundan sonra yazılacak edebiyat tarihlerinin onu İkinci Yeni kıskacına almadan, zikredilen bütün çok yönlülüğü ve çok sesliliği içinde değerlendirmesi Türk şiirinin gelişimindeki etkisini görmek bakımından önemli görünmektedir. Böylece hem şairin şiirinin çok boyutluluğu çok daha belirgin hâle gelecek hem de Türk şiirine sağladığı katkı ortaya somutlaşacaktır.”

– “SEZAİ KARAKOÇ, ŞAİR PORTRESİNDE KENDİSİ İÇİN BİÇTİĞİ VE HEDEFLEDİĞİ BİR YERİ ANLATIRKEN DETAYLANDIRIR”

Şair, yazar Hayriye Ünal da Karakoç’un Türk şiirindeki önemine işaret ederek, “Şair kendini nasıl konumlandırır, inşa eder, ki tarihe baktığımızda çok az şair kendi konumuna dair kanaat belirtip, o yolu aynı zamanda geçerli kılabilmiştir. Sezai Karakoç konumunu sözlü olarak belirterek değil, dolaylı olarak göstermek yoluyla işaret eder. Fakat o kadar detaylı betimler ve buna o kadar yaşamıyla sadık kalır ki, elimizdeki verilere şairin samimiyeti, çabası ve kalitesi de eklendiğinde bütünlüklü bir portre elde ederiz.” diye konuştu.

Usta şair ve mütefekkirin poetik nitelikli 3 kitaptan oluşan “Edebiyat Yazıları”na değinen Ünal, şunları kaydetti:

Hayriye Ünal, yakın zamanda kitap olarak yayımlanan “Hatıralar” eseri incelendiğinde de Karakoç’un şiirlerine yer bulma, yazı yayımlama konularında çektiği sıkıntıların görüldüğünü söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Murat Belge’nin 2018’de çıkan ‘Şairaneden Şiirsele -Türkiye’de Modern Şiir’ kitabında Karakoç’un -gerekçeli şekilde- yer almayışı, şairin yerinin tartışmaya açılacağı işareti gibidir. Ancak şunu vurgulamakta yarar var. Şairlerin yerini ve değerini eleştirmen ve akademisyenlerden önce diğer şairler işaret eder.

Cemal Süreya’nın baştan beri kabulü, desteği, arkadaşlığı, İlhan Berk’in kabulü, ‘Monna Rosa’ şiirinin yaygın etkileri, Asım Bezirci ile polemiklerin ters etkisi, Muzaffer Erdost’un Karakoç’a ‘Pazar Postası’nda yer vermesi, Eser Gürson’un 65 yılında Devinim’de yazdığı ‘Metafizikçi Şiir (Sezai Karakoç’a Giriş)’ yazısı, Ebubekir Eroğlu’nun 1981’de Karakoç şiirine dair yazdığı müstakil kitap, Ahmet Oktay’ın 1983’te ünlü yazısıyla Karakoç’un resmi ideoloji tarafından dışlandığını ifşa etmesi onun yerini güçlendirir. Yücel Kayıran’ın 2021’de ‘Sezai Karakoç: Şiirimizin Son Büyük Şairi’ başlıklı bir yazı yazması şairin yerine dair tartışmayı kapatmaya yönelik bir yazı olarak göze çarpar.”

– “ŞAİRİN SES KOMPARTIMANINA BÜYÜK ÖNEM VERDİĞİ VE LOKOMOTİF OLARAK DUYGUYU İDEALİZE ETTİĞİ AÇIKTIR”

Şair Ömer Erdem de etkinlikte “Sezai Karakoç Şiirinin Ateşten Modernlik Parantezi” başlıklı bir bildiri sunarak, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Karakoç’ta geleneksel olan hece ölçüsü gibi biçimsel bir duruma ve asıl önemlisi şiirde duygu yatırımı gibi bir iç ereğe bağlanır. Daha dipte ise zihinsel doğuş, çıplak ve tanımlanmamış olandan çekinerek, kendine sürekli kültürel korunak da arar. Mehmet Levendoğlu ismiyle basılan ilk denemesi yanında, ‘Yağmur Duası’ ve efsanevi ‘Monna Rosa’ şiirleri teknik bir gözle irdelendiğinde, şairin ses kompartımanına büyük önem verdiği ve lokomotif olarak duyguyu idealize ettiği açıktır. Burada şaşırılacak bir şey yok aslında. Çünkü şairin hatıratında detaylı şekilde anlattığı gibi doğu metinleri ve onların atmosferi etkili olmuştur, ruh ikliminin kurulmasında. Gerçi Batı klasiklerine ulaşmakta çok geç kalmayacaktır Karakoç ama modern bilinç ile Batı klasiklerini karıştırmamak gerekir. Dikkatle altının çizilmesi gereken husus, Karakoç şiirinin bir modernlik ateşi içinde kendisini ateşlerken sona doğru modernliğini yok etmesidir. Hatta şöyle söylenebilir, Karakoç şiiri doğuşunda nasıl tam modern ve modernist değilse kapanışında aynı tutuma geri dönmüştür.”

– “ŞİİRLERİ, AŞKLA YAZILMIŞTIR”

Doç. Dr. Bahtiyar Arslan ise Karakoç’u diğer şairlerden ayıran özelliklere değinerek, “Sezai Karakoç, İkinci Yeni şairleriyle bir arada anılmakla beraber özellikle dünya görüşü, medeniyet, din, ahlak ve kültür gibi bazı temel konu ve kavramlarda onlardan ayrılır. Ayrılık, bu konu ve kavramların alt kategorilerinde de kendini gösterecektir. Karakoç’un aynı akım içinde anıldığı diğer şairlerden ve çağdaşlarından farkını belirlemek dolayısıyla şair hakkında hakiki hükümlere ulaşmak için artık dikkatlerimizi bu alt kategorilere yoğunlaştırmamız gerektiğini düşünüyorum. Onun özellikle ilk dönem şiirlerinde başat unsur gibi görünse de aşk, şairin dünya görüşünün ve medeniyet anlayışının içinde bir alt kategori niteliğine sahiptir. Bunu söylerken tam olarak onun aşk anlayışını, benimsediği, içinde yetiştiği dünya görüşü ve medeniyet anlayışının belirlediğini söylemek istiyorum.” şeklinde konuştu.

Karakoç’un şiirlerinin aşkla yazıldığını söyleyen Arslan, “Ondaki aşkın mistik, tasavvufi bir havası vardır. Daha doğrusu ondaki aşk evrensel bir düzeyde, madde ötesi bir bölgede, ölümsüz değerlerin geçerli olduğu bir dünyada soluk alır, filizlenir, yeşerir.’ diye Erdem Bayazıt’ın da 1972’de yazdığı bu cümleleri esas alırsak Karakoç’un şiiri için genel bir çerçeve çizmek kolay olur. Hatta bu tespitleri, onun şiiri ‘Monna Rosa’dan Leyla ile Mecnun’a, ‘Na’t’lerinden ‘Taha’nın Kitabı’na bütün şiirlerinde aynı duyuşu, aynı ruhu sürdürdüğünü, beşeri aşkı işlediği şiirlerinde bile İlahi aşka ayarlı bir işleyiş olduğunu söyleyebiliriz. Karakoç, şiir boyunca kendi varlığını da sevgilinin varlığını da ısrarla gizlemeyi tercih etmiştir. Bu gizliliğin ötesinde kendini var eden, gösteren şey aşkın ta kendisidir. Yani asıl olan aşktır. Şair, şiire sevgilinin adını anarak başlar ve hem ilk mısrada hem de şiirin farklı yerlerinde sevgilinin varlığını adı anıldıkça fark edebiliriz.”

KAYNAK: AA
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.