Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “Yeri geldiğinde askeri gücümüzü, ordumuzu, savunma sanayimizi, SİHA’larımızı kullanıyoruz. Yeri geldiğinde diplomasiyi, kültürü, anlaşmayı, müzakereyi kullanıyoruz” dedi.
TÜGVA Genel Merkezi’nde düzenlenen İhtisas Akademiye Giriş Semineri ve Genç Yönetici Okulu eğitimine katılan Kalın, gençlerin 21. yüzyıl dünyasına hazırlanması için çok yönlü olarak kendilerini yetiştirmeleri gerektiğini söyledi.
Kalın, 21. yüzyılda küreselleşme sonrası dönemin arayışının devam ettiğini ancak insanlığın henüz kaotik ortamdan kurtulamadığı kritik dönemde herkese büyük görev düştüğünü belirterek, “Dünyanın geleceğini şekillendirirken biz hangi iddiayla ortaya çıkacağız? Dünyaya söyleyecek sözümüz nedir? Bu sözü tabii ki başkalarının dudaklarında, başkalarının dillerinde aramayacağız. O sözü biz, kendi irfan geleneğimizde, ilim geleneğimizde, kendi dilimizde, kendi fikriyatımızda inşa ile bütün insanlığa sunacağız.” diye konuştu.
Türkiye’nin bugün bulunduğu noktada kendini dünyada konumlandırırken, herkesin kendi kendine sorması gerekenler olduğunu dile getiren Kalın, şöyle devam etti:
– “DÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR DEDIĞIMIZDE, ALTINI DOLDURACAK ADIMLARI ATIYORUZ”
“Biz dünyaya ‘Dünya 5’ten büyüktür.’ dediğimizde, Cumhurbaşkanımızın sloganıyla ‘Daha adil bir dünya mümkündür.’ dediğimizde, bunun altını dolduracak adımları da eş zamanlı olarak atıyoruz.” ifadesini kullanan Kalın, bugün dünyanın özellikle küreselleşme sonrası yaşadığı hem zihinsel kaos hem siyasi karmaşa dikkate alındığında Türkiye’nin, önündeki on yıllara ilişkin çok ciddi hazırlık içerisinde olması gerektiğini vurguladı.
Soğuk Savaş sona erdiğinde, 1989’da Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler Birliği dağıldığında, yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkacağı beklentisinin had safhada olduğunu dile getiren Kalın, “Yeni bir şey doğdu fakat tam olarak düzen miydi, gerçekten küresel miydi sorusunu biz yaklaşık 30 yıldır, 40 yıldır da sormaya devam ediyoruz. Acaba ortaya çıkan şey gerçekten küresel manada bir düzen üretebildi mi? Avrupa merkezci tarih, siyaset ve estetik anlayışını aşmamızı sağlayacak enstrümanları bize sundu mu? Yoksa biz hala bir şekilde küreselleşme başlığı altında Avrupa merkezciliğinin ürettiği siyaset, kültür, toplum, insan kategorileriyle düşünmeye devam mı ediyoruz? İşin pratiğine baktığınız zaman Soğuk Savaş’ın sona erdiği, 1990’lı yıllardan itibaren bu arayışın farklı şekillerde, farklı istikametlerde devam ettiğini gördük.” dedi.
– “HERKESİN KENDINI AİT HİSSETTİĞİ VE SAHİPLENDİĞİ BİR DÜZEN HALA KURULAMADI”
Dünyada herkesin içinde olduğu, herkesin kendini ait hissettiği ve sahiplendiği bir düzenin hala kurulamadığını anlatan Kalın, “Yeni dünya düzeni diye ortaya atılan sistemin, fikrin arkasında hala büyük oranda Avrupa merkezci kültürel hiyerarşilerin, siyasi hiyerarşilerin bulunduğunu görüyoruz. Küreselleşme çok yönlü bir cadde. Herkesin kendi malını getirip pazara koyduğu bir yer, bir küresel pazar. Küresel köy olarak tasavvur edilmiş olsa bile işin gerçeği, küreselleşmeyle birlikte küresel tedavüle sokulan fikirlerin, algıların, tavırların, tutumların çok büyük bir kısmının hala Avrupa merkezci bir tarih perspektifinden ortaya konulduğunu görüyoruz.” şeklinde konuştu.
“Avrupa merkezcilik” kavramına açıklık getiren Kalın, insanlığın medeniyet akışının, kültür, sanat, bilim, düşünce akışının zihinlerde hala Avrupa merkezli düşünce kodlarıyla yürüdüğüne dikkati çekti.
Özgür ve özgün olmanın, kendine ait tezleri ortaya koymanın kendini dünyaya kapatmak demek olmadığını vurgulayan Kalın, şunları söyledi:
“Yerli ve milli olmak dünyaya sırtımızı dönmek demek değildir. Tam tersine kendi değerlerimizden aldığımız güçle, perspektifle, inançla, azimle, neşveyle dünyaya yönelmek ve ‘Benim dünyaya söyleyecek bir sözüm var.’ diyebilmektir. Aslında Osmanlı devlet düzeniyle kavramsallaştırılan ‘nizam-ı alem’, yani ‘küresel düzen’ kavramı da bu anlamda küreselleşmenin ilk kavramsallaştırmalarından bir tanesidir. Nizam-ı alem kavramı, yani dünyada bir düzen olmalı, insanların huzur, güven, barış içinde yaşayabileceği, kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir düzen olmalı fikri aslında bizim siyaset geleneğimizin ta en başlarına kadar gidiyor.”
– “KÖHNEMİŞ SİSTEMLERİN SONUNUN GELDİĞI DOĞRUDUR”
Küreselleşmeyle birlikte “Dünya bundan sonra bir bütün olarak tarihin sonuna doğru ilerleyecek.” şeklinde bir liberal ütopyanın yayıldığını kaydeden Kalın, Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” isimli kitabını yazdığında, Hegel’in devlet teorisinden ve tarih felsefesinden hareketle, insanlığın en iyi yönetim arayışının sona erdiğini ve tarihin sonuna doğru hızla ilerlendiğini iddia ettiğini hatırlattı.
Geçen 20-30 yıllık tecrübenin, insanlığın en iyi yönetim modeli konusundaki arayışının bitmediğini, tersine farklı alanlarda devam ettiğini, çeşitlendiğini, bu konularda farklı görüşlerin daha farklı şekillerde dile getirilmeye başladığını açık şekilde ortaya koyduğunu belirten Kalın, şöyle devam etti:
“İnsanlığın arayışı sona ermiş değil. Bu anlamda da tarih sonu gelmiş değil. Bazı şeylerin sonunun geldiği doğrudur. Birtakım eski modellerin, köhnemiş sistemlerin sonunun geldiği doğrudur ama insanın tarih arayışı devam ediyor. Dolayısıyla ‘Bu arayış içerisinde bizim söyleyecek sözümüz nedir?’ sorusunu kendimize her gün yeniden ve yeniden sormamız gerekiyor. Bu soruyu cevaplarken de bizim kendimizi dar bir köşeye, bir mevkiye, bir mahalle, bir bölgeye sığdırmak, sıkıştırmak yerine, küresel evrensel bir bakış açısıyla, aynı nizam-ı alem fikrinde olduğu gibi bir bütüncül global bakış açısıyla bu meselelere bakmamız gerekiyor. Küreselleşme dalgası, ister istemez dünyada bir büyük hercümerce, bir kargaşaya neden oldu. İnsanlar, toplumlar, bireyler, topluluklar, bu büyük dalgaya karşı nasıl cevap verebileceklerini bilemedi. Bir anda farklı etkiler, imgeler, duygular, pozisyonlar, fikirler etrafımızı sarmaya başladı.”
– “YENİ BİR DÜNYA İNŞA ETME TEKLİFİNDE BULUNUYORUZ”
Büyük küreselleşme dalgasına karşı 1990’lı yılların sonlarından itibaren daha ulusalcı, daha korumacı, daha içe kapanan eğilimlerin öne çıktığına işaret eden Kalın, “Küreselleşme bir büyük dalga olarak üzerine geldiği zaman insanlar sağlam durabilmek için bir şeylere tutunma ihtiyacı hissetti. Özellikle Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağcılık, bu dönemin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bugün Avrupa siyasetini esir alan, daraltan, aşırı sağ perspektifler, yer yer ırkçı yer yer faşist yaklaşımlar, göçmen, yabancı, İslam, Müslüman karşıtı perspektifin Avrupa siyasetinde bu kadar güç kazanması ve ana akım siyasetin rengini ve istikametini belirler hale gelmesi, küreselleşmenin yarattığı bu dalganın etkilerinden bir tanesi. Bugün bu sadece bir Avrupa meselesi değil.” değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa’da yükselen ırkçılığın ve aşırı sağcılığın, bütün insanlığı ilgilendiren bir mesele haline geldiğini söyleyen Kalın, “Bütün bunlara karşı biz, yeni bir dünya inşa etme teklifinde bulunuyoruz.” dedi.
– “YENİ DÜNYA DÜZENİ ASLINDA NE YENİ NE DÜNYA NE DE DÜZENDİ”
Voltaire’nin Kutsal Roma İmparatorluğu ile ilgili “Ne kutsaldı ne Roma’ydı ne de imparatorluktu.” dediğini aktaran Kalın, “Yeni dünya düzeni de aslında ne yeni ne dünya ne de düzendi. Başka bir oyunun, başka bir kurgunun bir parçası olarak önümüze getirilmişti. Şimdi bunu sorgulamak, enine boyuna eleştiriye tabi tutmak, yapı çözümüne tabi tutarak yerine bir şey koymak bizim temel görevimiz, misyonumuz. Türkiye bugün artık bu iddiaya sahip olacak imkan ve kabiliyetlere kavuşmuş bir ülkedir.” ifadelerini kullandı.
Geçmişte “Yapamazsanız, yaptırmayız.” diye önü kesilen ne kadar konu varsa Türkiye’nin bugün bunları aşmış, artık yeni bir yolculuğa çıkmış durumda olduğunu kaydeden Kalın, şöyle konuştu:
Türkiye’nin hem sert hem yumuşak güç unsurlarını kullanarak akil güç olma mücadelesi verdiğini belirten Kalın, sözlerini şöyle tamamladı: