Türkiye’de en kutsal mesleklerden biri olarak görülen öğretmenlik, başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere …
Türkiye’de en kutsal mesleklerden biri olarak görülen öğretmenlik, başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm ülke tarafında hayranlık ve saygıyla karşılaşıyor. Ancak son dönemde öğretmen ve öğrenciler arasında yaşanan tatsız olaylar, çeşitli hikayeleri de yeniden gündeme getirdi.
ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİNİN İBRETLİK HİKAYESİ
Sosyal medyada geçmişte de sıkça paylaşılan bir hikaye yeniden gündem oldu. Söz konusu hikayeye göre annesinin vefat etmesi nedeniyle her gün derse geç kalan bir öğrenci, öğretmeninin şiddetine maruz kalıyor. Ancak öğretmenini kendisine uzak gören öğrenci, bu bilgiyi paylaşmak istemiyor. Öğretmen ise bu gerçeği öğrendikten sonra hayatının en zor anını yaşıyor.
İŞTE O AĞLATAN HİKAYE…
On yaşlarındaki küçük kız, okul önlüğünün düğmelerini iliklemeye çalışırken o kadar acele ediyordu ki, yaşadığı panikten elleri birbirine dolanıyordu. Uyumaktan şişmiş gözlerini ovalayarak dışarı fırladı.
HER SEFERİNDE YALAN SÖYLEMEK ZORUNDA KALDI
Ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışarak yürümesi yolda yalpalamasına sebep oluyordu. Son günlerde sürekli geç uyanıyor, ilk derse yetişemiyordu. Öğretmenin verdiği cezadan çok, her seferinde yalan söylemek zorunda kalmasıydı küçük yüreğini yoran. Bu sefer hangi bahaneyi uyduracaktı?
ÖĞRETMENİN SERT BAKIŞLARI ÜZDÜ
Uyuya kaldığını söylese, öğretmen her zamankinden daha çok kızacaktı. Annesine söz vermişti. Ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, kesinlikle yalan söylemeyecekti. Geç kaldığı günlerde öğretmeninin bakışlarıyla alevlenen yangına karşı, sap yığınından yalanların arkasına çaresizlik içinde gizleniyordu.
SON KEZ ÖNLÜĞÜNE BAKIP, BAŞINI KAPIYA YASLADI
Okulun kapısına geldiğinde koşmaktan terlemişti. Alnına, çile mürekkebiyle yazılan yazıyı, saçlarından süzülen ipek teller, daha bir belirginleştiriyordu. Al yanaklarının üzerine yerleşen şiş gözlerle etrafına bakıyor, çekingen adımlarla koridorda ilerliyordu. Küçük bedeni, taşıyabileceğinden ağır bir çantanın esaretinde sınıfın önüne geldi. Son kez önlüğünü ve yakalığını düzeltip kulağını hafifçe kapıya yasladı.
ALAYLI BAKIŞLAR ARASINDA SINIFA GİRDİ
İçeride hiç ses yoktu. Çantasını sırtından eline alıp, minik elleriyle kapıya birkaç kez vurdu. Ürkek adımlarla içeri girdiğinde sınıftaki sessizlik, yerini fısıltılara karışan gülüşmelere bırakmıştı. Çocukların bazısı, geç kaldığı için ona kızıyor, bazısı alaycı bakışlarını gülmelerle perçinliyordu. Küçük kız, yerine geçmeye hazırlanırken; öğretmen, sınıfı susturan, gülüşmeleri kovalayan, küçük kızın yüreğini titreten konuşmasına başladı.
TEK AYAK ÜZERİNDE DURMA CEZASI
– Dur bakalım! Yerine oturma! Seni defalarca uyarmaktan, cezalandırmaktan bıktım. Sen, geç kalmaktan bıkmadın. Tahtanın yanına geç ve ders bitene kadar tek ayak üzerinde dur. Sorumsuzluğuna son verene kadar böyle yapacağım… Ayağını indirdiğini görmeyeyim…
ÇOCUKLAR GÜLMEYE BAŞLADI
Öğretmen, hedefe koyduğu küçük bir kalbi tam ortasından yaralamıştı. Acımasız bir ressamın elinden çıkan hüzün tablosu sınıfın ortasında öylece duruyordu. Diğer çocukların yeniden başlayan gülüşmeleri tabloya vurulan fırçanın son darbeleri oldu.
“YA UYKUYU YA DA OKULU BIRAK”
ART ARDA SORULAR SORDU
– Dur biraz! Her gün derse geç kalıyorsun. Bu böyle gitmeyecek! Ya keyifle uyumaktan ya da okuldan vazgeç! İkisini de aynı anda yapmaya çalışmandan bıktım. Nasıl bir annen varmış ki, seni okula hazırlamaktan aciz, geleceğine karşı tasasız. Defalarca çağırmama rağmen bir defa bile göremedim veli toplantılarında. Senin sorumsuzluğunun diğer çocuklara örnek olmasına izin vermeyeceğim. Ya kendine çeki düzen ver ya da…
Öğretmeninin ağzında çakan şimşekler küçük kızın gözlerinde bekleyen bulutlara düşüyordu. Yağan yağmurlar çoraklaşmış bir yüreği yumuşatmaya yetmiyor, sorular devam ediyordu.
KÜÇÜK KIZIN BAŞI ÖNE DÜŞTÜ
– Okumak istemiyor musun? Eğer öyleyse, ne sen yorul ne de biz! Küçük kızın başı önüne düşmüştü.
+ Hayır öğretmenim, dedi. Okumayı çok istiyorum. Hem de çok; ancak her sabah aynı rüyayı görüyorum.
– Ne görüyorsun rüyanda?
+Geçen sene beni yalnız bırakan annemi cennette görüyorum. Beni çok özlediğini söylüyor, pamuk elleriyle başımı okşamak istiyor, tam elini uzatıyor; uyanıyorum. Yanaklarına süzülen yaşları sildikten sonra derin bir iç çekip, sözlerine kaldığı yerden devam etti.
TİTREYEN SESİYLE SON BİR CÜMLE DAHA KURDU
+ Onu o kadar çok özledim ki… Belki aynı rüyayı tekrar görürüm, belki rüya kaldığı yerden devam eder diye tekrar uyuyor, uyanmak istemiyorum; ancak rüya kaldığı yerden devam etmiyor…Daha fazlasını anlatacak gücü kalmamıştı. Titreyen sesiyle son bir cümle daha kurdu.
+ Rüyamda da olsa, bir defa başımı okşamasını, ona doya doya sarılmayı o kadar çok isterdim ki…
ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİ İLİŞKİSİ
Sosyal medya kullanıcıları, bu hikayenin öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkinin sağlığı açısından çok önemli olduğunu belirterek, bir öğretmenin sadece öğretmen değil ayrıca öğrencileri için sırdaş da olması şeklinde yorumlarda bulundu. Söz konusu hikaye binlerce beğeni ve yorum aldı.