Rusya Federasyonu’nun 24 Şubat tarihinde başlattığı Ukrayna müdahalesiyle, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Amerikan liberal …
Rusya Federasyonu‘nun 24 Şubat tarihinde başlattığı Ukrayna müdahalesiyle, Soğuk Savaş‘ın sona ermesinin ardından Amerikan liberal müdahaleciliğiyle başlayan tartışmalar yeni bir yere evriliyor. SSCB’nin uzun yıllar önemli parçası olmuş Ukrayna’nın modern ulus devlet olarak kısa tarihinde yaşanan sarsıntılarda, ABD öncülüğündeki Batı dünyasının NATO ve AB aracılığıyla genişleme hedeflerinin etkisini inkar etmek zor.
2004’teki ‘turuncu darbe’ sürecinin güdük kalması ve 2014’te Maydan’da tekrarlanması Ukrayna’ya Kırım’ın ve Donbass bölgesinin kaybını getirmişti. Donbass’ta 8 yıldır süren savaşın Minsk Anlaşmaları çerçevesinde Ukrayna’nın devlet bütünlüğü içerisinde Rusça konuşan nüfusa özerklik statüsü verilmesi temelinde çözümü ise mümkün olamadı.
Batı’da Ukrayna krizinin parametreleri uzunca bir süredir biliniyor. Bugün gelinen noktaya ışık tutan en iyi örnekler ABD dış politikasının düayen isimleri Henry Kissinger ile Zbigniew Brzezinsky’nin dile getirdikleri. İki isim, bugün yaşananları 2014’teki süreçte isabetle öngörmüş görünüyorlar.
‘Batı Ukrayna’nın Rusya için yabancı bir ülke olarak kabul edilemeyeceğini anlamalı’
Henry Kissinger, Mart 2014’te kişisel blogunda kaleme aldığı yazıda, Ukrayna’nın modern ulus devlet olarak ayakta kalabilmesinin ‘köprü rolüne’ bağlı olduğunun altını çiziyordu. Kissinger, Rusya’nın bu ülkeyi ‘uydusu’ olarak görmemesi gerektiğini söylerken, Batı’nın Ukrayna’nın Rusya için ‘yabancı bir ülke olarak asla kabul edilemeyeceğini anlamasının’ önemine vurgu yapıyordu.
Kissinger, Ukraynalıların karmaşık bir tarih ve çok dilli yapıda bir ülkede yaşadıklarını belirtirken, “Ukrayna’nın bir kanadının diğerine hakim olma girişiminin eninde sonunda iç savaş ve parçalanmayı getireceğidir” vurgusu yapıyordu.
Kissinger’ın önerisi karşılıklı tavizler ve uzlaşmaydı. ABD’li devlet adamı yazısında Batı için Rusya lideri Vladimir Putin’i ‘şeytanlaştırmanın‘ bir politika olmayacağını söylerken “Bu birinin yokluğu için mazerettir” diye yazıyordu. Yine ABD’nin Rusya’ya ‘kendi belirleyeceği davranış kurallarını sabırla öğretilecek bir sapkın gibi davranmaktan kaçınmasının gereğini’ vurguluyordu. Putin için ‘ciddi bir stratejist’ diyen Kissinger, Rusya liderinin ABD değerleri ve psikolojisini anlamaktaki güçlüğünün yanında ABD’li politika yapıcılarının da Rusya tarihi ve psikolojisini anlamakta güçlük çektiklerini belirtiyordu.
Kissinger da Finlandiya modelini zikretmişti
Kissinger’ın karşılıklı güvenlik çıkarları bakımından uzlaşma yaklaşımı özetle şöyleydi:
Henry Kissinger ‘reçete değil temel ilkeler’ dediği bu hususların mutlak memnuniyet değil dengeli memnuniyetsizlik olacağını söylerken, bu yollarla çözüme ulaşılamazsa hızla yüzleşmeye sürüklenileceğini de eklemişti. Bugünden bakıldığında haklı çıktığı söylenebilir.
Brzezinski de Finlandiya modelini salık vermişti
ABD dış politikasının Kissinger’la birlikte bir diğer ekolü olan Zbigniew Brzezinski de yine 2014 Şubat ayında Deutsche Welle ile söyleşisinde ‘Finlandiya formülünü’ dile getirmekteydi.
2014 koşullarının analiz edildiği söyleşide, Ukrayna’yı tehdit eden iç savaşa dair kaygılarını paylaşan Brzezinski, Batı’nın iyi niyetle müzakeresi ve taviz gerekliliğine işaret ediyordu. Brzezinski, Putin’in de Rusya’nın uzun vadeli çıkarlarının tavizlerle çözümden yana olduğunu göreceği görüşündeydi. Brzezinski, Avrupa’nın mali desteğine ve Kiev’in Avrupa ile ilişkilerini geliştirmesine vurgu yaparken, Ukrayna’ya Rusya’ya ‘iyi komşu olma fırsatının sunulması gerektiğini söylüyordu.
Brzezinski, Ukrayna içerisinde de Rusya karşıtı olsalar bile daha sorumlu siyasi odaklar bulunmasının önemini vurgularken, 2014’teki olayların Ukrayna’yı yoğun biçimde Rus karşıtı çilere dönüştürmesini ‘olasılık dahilinde’ görüyordu.
Brzezinski’nin de Kissinger gibi tavizler temelli yapıcı çözümü Ukrayna’nın ‘iç ve dış politikalarını Finlandiya’nınkine benzer hale getirmekten geçtiğini’ söylemesine dikkat çekmeli.
Bugün yaşanmakta olanlara bakarak ne Amerikan başkentinde ne de Avrupa başkentlerinde Kissinger ve Bzrezinski’nin ‘realist bakışından’ eser kalmadığı değerlendirmesini yapmak herhalde artık mümkündür.