Her geçen gün dibe sürüklenen ekonomik şartlara sağlık personeline yönelik uygulanan hasta şiddeti, personelin çalışma koşulları ve iş yükü …
Her geçen gün dibe sürüklenen ekonomik şartlara sağlık personeline yönelik uygulanan hasta şiddeti, personelin çalışma koşulları ve iş yükü, emeğinin karşılığını alamama gibi faktörler de eklenince bu ağır yük doğal olarak beyin göçünü doğuruyor.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, Türk gençlerinin %72,9’luk kesimi, fırsat verilse veya imkânı olsa Türkiye dışındaki bir ülkede yaşamak istediğini belirtiyor. Gençlerin ilk tercihiyse %30,6’lık oranla başta Almanya, İngiltere ve Fransa olmak üzere büyük Avrupa ülkeleri.
Beyin göçü furyasına dikkat çekerek daha önce uçak ve uzay mühendisi, bilgisayar mühendisi, product manager, doktor gibi farklı meslek gruplarından genç bireyleri bu yazı dizimize konuk ederek neden yurt dışına göçtükleri üzerine konuşmuştuk.
Bu kez ana odağımız sağlık sektörü olacak. İşte 3 doktorun bu konu hakkında bizlere anlattıkları:
İlk konuğumuz Uğur Gökçelli, Muğlalı ve 1988 doğumlu. Şu an Almanya’nın Bonn şehrine yakın bir kanser merkezinde genel cerrahi bölümünde çalışıyor. İzlenimlerini, hislerini, düşüncelerini kendisinden dinleyelim:
2012 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum ve Ardahan’da acil serviste zorunlu hizmet kapsamında bir süre çalıştıktan sonra 2013 yılında İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde genel cerrahi asistanlığına başladım. Genel cerrahi uzmanlığımı alıp, Türkiye’de bir süre Cizre’de uzman hekim olarak çalıştıktan sonra 2019 yılında Almanya’ya geldim. Şu an genel cerrahi bölümünde çalışıyorum.
Öncelikle temel hedefim‚ “Türkiye’den kaçmak” değil, kariyerimi Almanya’da devam ettirmekti. Almanya’nın tıp, özellikle de cerrahi alanında gelişmiş olması yadsınamaz ve kendi kariyer planımı bu yönde ilerletmek istedim.
Türkiye’deki ve burada, Almanya’daki sağlık sistemini karşılaştırdığımda bazı aksaklıkları daha iyi gördüğümü söyleyebilirim. Mesela Türkiye’de kariyerinizi istediğiniz gibi planlama olasılığınız daha düşük. Meslekî başarınızın dışında başka dinamikler etkili oluyor.
Ve en büyük sorunlardan biri maalesef sağlık kurumlarında yaşanan şiddet olayları. Bu tür olumsuzlukların kısa süreli sonuçlarının yanında uzun süreli sonuçlarının hem halkımız hem de çalışanlarımız için büyük sorunlar doğuracağını düşünüyorum. Çalışanlar için kronik yorgunluk, motivasyon eksikliği ve maalesef umutsuzluk gözle görülebilecek durumda. Onun dışında calışma saatlerinin kesinlikle düzenlenmesi gerekli. Özellikle 36 saat aralıksız çalışma düzeni kesinlikle kaldırılmalı, nöbet ertesi izin hakkı olmalı.
Hekimleri en çok zorlayan ve kısıtlayan durumların başında güvenlik sorunlarının geldiğini düşünüyorum. Her gün canınızın risk altında olduğunu hissediyor olmak iş verimini oldukça düşürüyor, hekimlerin riskli branşları seçmemesindeki en büyük etkenlerden birisi de bu.
Digeri ise Malpraktis davaları. Son TUS kadrolarında neredeyse tüm cerrahi branşlarda kontenjanların yarısı açık kalmış durumda. Bu şekilde devam ederse riskli ameliyatları ve girişimleri yapacak hekim sayısı azalacak ve bunları yapan hekimler de özel hastanelere geçmeye başlayacak ya da yurt dışı seçeneklerini degerlendirmeye alacaklar.
Çalıştığım yerlerde birebir şiddete maruz kalmadım, fakat özellikle sözlü şiddete uğrayan çoğu arkadaşıma şahit oldum. Ve fiziksel şiddet özellikle acil serviste çalışan arkadaşlarımın çokça karşılaştığı bir durum. Ama şiddete şimdiye kadar uğramamış olsanız bile, her gün bu yönde duyumlar almak, bu olumsuzlukları yaşayabilme ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu günden güne hissetmek gerçekten oldukça çok zor.
Bence şiddetin hiçbir geçerli nedeni olamaz fakat bu olayların artmasının nedeni, şiddet uygulayanlara yaptırımların yeterli olmaması, bu olgunun ciddi bir şekilde ele alınmaması veya kurumsal olarak yüksek sesle karşı konulmaması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmaması olarak sayabilirim.
Bunun dışında şiddetin sadece sağlık kurumlarında değil, toplumun birçok kesiminde daha çok arttığını gözlemliyorum ve bunun da büyük bir problem oldugunu düşünüyorum.
Gözlemleyebildiğim kadarıyla en bariz fark çalışma şartlarının çok keskin bir şekilde düzenlenmiş olması ve mıobbingin olmaması. Hekim, hastasına hak ettiği süreyi ayırabiliyor. Operasyonlarda kullandigimiz aletler, hastanelerin fiziksel şartları daha iyi. Onun disinda burada küçük bir ilcede de, büyük bir şehrinde de aynı modern sağlık hizmeti sunulabiliyor ve insanlar eşit şekilde faydalanabiliyor. Büyük hastanelerden ziyade daha küçük ama belli alanlarda spesifikleşmiş hastaneleri hemen her yerde görmek mümkün.
Ben Türklere ya da diğer milletten insanlara yönelik bir ırkçılık olayıyla karşılaşmadım. Şu an çalıştığım yerde Alman hekim daha az bile diyebilirim. Ama sonuçta farklı bir kültür. Alışmak da kolay değil bizim gibi sıcak güney ülkelerinden gelen insanlar için. Farklı hayat stilleri, farklı bir geçmiş, farklı toplum özellikleri. Alışmak biraz çaba gerektiriyor diyebilirim.
Hedefim kariyerimi daha iyi yerlere taşıyabilmek, kendimi geliştirebilmekti buraya gelirken. Bunu sağlayabileceğim imkanlar gelişirse Türkiye’ye de dönebilirim bambaşka ülkelere de gidebilirim. Neden olmasın!
Tabii ki Türkiye’deki gibi sosyal çevrenin aynısını burada bulmak zor. Yaşam stilleri biraz daha farklı diyebilirim. Burada daha bireysel bir yaşam tarzı var. Ama zaman geçtikçe çok iyi dostluklar da kurulduğunu söyleyebilirim. Çevremde nerdeyse hiç Türk arkadaşım yok diyebilirim.
Birlikte bir şeyler yaptığımız arkadaşlarım daha çok farklı milletlerden insanlar. Aslında bunun da çok artılarının olduğunu düşünüyorum. Arada neredeyse 8-10 farklı ülkeden (Güney Afrika, Hindistan, İspanya, Meksika, Yunanistan, Romanya, Ukrayna, Afganistan,) farklı kitalardan arkadaşlarımızla toplanıyoruz. Bu da farkli kültürleri, yaklaşımları, gelenekleri tanımanızı sağlıyor.
Evet, memleketimi özlememek mümkün değil. Ama bu süreç benim için ülkemi terk etmek gibi değil ki. Öyle bir hisle gelmedim buraya. İstediğimde gidebiliyorum sonuçta. Türkiye’de de olsam zaten farklı şehirlerde yaşıyoruz ailemizle ya da arkadaşlarımızla.
Evet, Almanca gerçekten zor bir dil bence. İleri yaşlarda sıfırdan öğrenmek de bunu muhakkak etkiliyordur. Bunun yanında belge, doküman işleri burada çok yıpratıcı. Bürokrasi daha yavaş diyebilirim. Ama durumu kabullenip sadece istenen şeyi sağlamak ve buna odaklanmak kilit nokta sanırım.
Daha özgür yaşadığımı ve düşünebildiğimi hissediyorum. Kariyerimi, yaşamak istediğim şehri istediğim gibi planlama şansım var.
Bu soruyu cevaplamak gerçekten zor. Karmaşıklasmış, birbirinin içine geçmis birçok problemimiz var. Günlük değil de bize uzun vadede fayda getirecek, yapısal bazı adımların atılması gerektiğini düşünüyorum.
Tabii ki Türkiye gündemini takip ediyorum. Haberleri izlemeye çalışıyorum. Ülkemi terk etmişim gibi hiç hissetmedim kendimi.
Sağlıkla ilgili bazı temel sorunların ciddiyetle ele alınıp düzenlenmesi gerekiyor. (Çalışma koşulları, nöbet sonrası izin, performans sistemi, şiddet, özlük hakları vs.) Bu düzenlemeden en çok faydayı görecek olan yine hizmet ettiğimiz halkımız olacaktır. Umarım bir an önce gerekli adımlar atılır.
Çok teşekkürler.
İkinci konuğumuz Fırat Ay, 42 yaşında bir psikiyatri uzmanı. Manisa’nın Akhisar ilçesinde yaşıyordu, sonrasında ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleşti. Gitme nedenlerini ve yurt dışındaki izlenimlerini kendisine sorduk:
En son görev yaptigim yer olan Akhisar Devlet Hastanesi’nde işimle ilgili yoğunluk dışında bir sorunum yoktu. İki kızımız var. Onların geleceğinden endişe etmeye başladık eşimle birlikte. Bu sebeple yurt dışına taşınmaya karar verdik.
Anlatmakla bitmez ki. 🙂 Personel yetersizliği, düşük ücretler, siyasal baskı, hastaların fiziksel şiddete kadar giden saygısızca ve saldırgan tavırları; liste uzar gider. En kötüsü de bu sorunlar karşısında arkamızda bir destek hissedememek. Ben sendika üyesiydim. Sendika arkadaşlarımla tepkimizi dile getirebiliyorduk fakat bu bize bir çözüm olarak geri dönmedi hiçbir zaman. Biz yine de tarihe küçük de olsa notumuzu düşüyorduk.
Daha ilk baştan şunu vurgulamam gerekir ki mevcut sorunlar sadece biz doktorların sorunu değil tüm sağlık emekçilerinin sorunları. Günümüz için kendi mesleğim açısından konuşursam uzun ve zorlu bir eğitim hayatı sonrasında gereken saygıyı ve takdiri görememek olsa gerek.
Her insan, harcadığı emeğin bazen manevi bazen maddi geçerli bir karşılığının olmasını ister. Bizler bu tatminkarlığı uzun zamandır yaşamadık kanaatimce. Üstüne yaşı bizden büyük doktorların çogunluğuyla da aramızda maddi açıdan bir sınıf farkı var. Her gün iş yerinde onları görüyorsunuz. Eski zamanlarda hekimlik mesleğinin saygınlığına dair örnekler geliyor karşınıza. Böyle bir durumda eski saygınlığını ve maddi getirisini yitirmiş bir mesleği birçok fedakarlıkla yapmanız bekleniyor ve bunun karşılığında her gün can güvenliğinize karşı ciddi bir tehditle baş başa bırakılıyorsunuz.
Hangi meslegi göz önünde bulundurursanız bulundurun yukarıda tarif ettiğim tablo mesleği icra eden kişinin meslekî adanmışlığına zarar verecek bir durumdur. Daha somut dile getirmek gerekirse hiç bitmeyen mesai saatleri, acil servis dışındaki diğer alanlarda sağlığa her an ulaşmanın kolaylığını kötüye kullanan hastalar, çalıştığın ortamın fizikî şartlarındaki yetersizlikler ve buna rağmen senden beklenen yüksek hizmet kalitesi, vb.
Kendimce maruz kaldığım tek fiziksel şiddet olayı; çalıştığım hastaneden 1600 km uzakta görev yapan devlet memuru kardeşinin ilacını yazmayı kabul etmediğimden ötürü göndermesi için verdiğim numune ilacı suratıma atan orta yaşlı bir hanımefendiden geldi.
Kendisi daha sonra yaptığı davranışı hakim karşısında reddetti. Sözel şiddeti sayamam. Şiddetin nedenleriyle ilgili Türk Tabipler Birliği’nin açıklamaları sizin sorunuza yanıt oluşturacaktır eminim. Açık söyleyeyim, benim burada bunları anlatmaya vaktim yetmez.
Almanya’da gerçek tabiriyle aile hekimliği sistemi uygulanıyor. Sevk ön planda. Bir uzmandan randevuyu benim bulunduğum bölgede sağlık sigortasının ödemesi şartıyla 2-3 ay sonrasına alabilirsiniz. Kendiniz muayene parasını ödemek isterseniz daha erkene randevu bulabilirsiniz. Bunlar sağlığın halkı ilgilendiren tarafı. Biz sağlık çalışanları açısından şunu söyleyebilirim ki iş yükü Türkiye ile karşılaştırıldığında oldukça az. Sağlıkta şiddet görebileceğiniz bir şey değil.
Bu soruya yanıt verebilmem için Almanya’nın diğer bölgelerinde de çalışmam ve oraları tanımam gerek. Ben kuzeydeyim ve buradaki halkın davranış ve tutumlarındaki hoşnutsuzluklarla karşılaştığım çok oldu. Ama mesela güney ve batıdaki arkadaşlarım büyük bir kabulleniş ve hoşgörüyle karşılandıklarından bahsediyorlar.
Genel bir ırkçı tutumun olduğunu söylemek haksızlık olur. Çalıştığım hastanelerde diğer ülkelerden gelen bir sürü doktor vardı. Kuzey için söyle diyebilirim: İşverenler de biliyor ki ırkçı bir tutumla sadece Alman doktorları işe almaya kalkışırlarsa hastaneleri kapatmak zorunda kalırlar.
Bundan sonra dönmem pek mümkün görünmüyor. Çocuklarım buraya uyum sağladılar ve mutlular. Ben de onlar için buradayım. Düzenlerini bozmam normal şartlar altında mümkün değil.
Her ikisi de. Ama genelde Türklerle. Almanların aile gezmeleri pek yok. Sadece çocuklarımız birbirlerine çok sık gidip geliyor. Buranın da öyle bir kültürü var.
Umarım onlar için her şey hep daha iyiye gider. Yaşadıkça özlem hep var; Türkiye’de güzel günlere özlem, burada Türkiye’ye.
Hayır. Belli prosedürler var takip edilmesi gereken. Sadece çok çok sabırlı olmak gerekiyor. Almanya’da bürokrasi inanılmaz yavaş ve hantal. Başvurunuza cevap almanız aylar sürebilir. Bunu göz önünde bulundurarak hareket etmek gerekiyor.
Çocuklarımın geleceği.
En önemli sorun diye tek bir sorunu ön plana çıkaramam. Çok sorun var, hepsi önemli. Umarım birçoğu çözülür. 🙂
Ben her gün internetten ülke gündemini takip ediyorum. Tüm olan bitenlerden haberdar olmaya çalışıyorum.
Herkese teşekkürler.
Üçüncü konuğumuz ise bir pratisyen aile hekimi. Yurt dışına göç etme hazırlıkları yapıyor ve bunu söylemenin şu anda soruna neden olabileceğini düşündüğü için ismini vermemeyi tercih etti. Detayları kendisinden dinleyelim:
Merhabalar. İzmir’de yaşıyorum, 31 yaşındayım. 3 yıl doğuda mecburî hizmetimi yaptıktan sonra İzmir’e atandım. Meslekte 7. yılım. Acilde, ilçe sağlıkta ve aile sağlığı merkezlerinde çalıştım.
Aslında diğer hekimlere göre çok farkı yok. Sadece aile hekimleri özellikle ülkemizden hekimlikten farklı işler yapmak zorunda kalıyor. Mesela Aile Sağlığı Merkezi’ndeki(ASM’deki) tüm malzemeler bize ait, çalıştırdığımız personel maaşlarını biz veriyoruz. ASM’de kapı mı bozuldu tamir et veya tamirci bul, parasını öde. Çalıştırdığın personellerin maaşlarını öde, sigortalarını takip et gibi aslında hekimlikle alakası olmayan durumlar.
Göç edeceğimiz ülkede de farklı prosedürler olabilir diye aile hekimleri biraz daha göç etmekte çekimser kalıyorlar. Bir genel cerrah Türkiye’de de aynı işleri yapıyor, yurt dışında da ama aile hekimleri muayene hariç bir sürü farklı prosedürü var ve bu ülke ülke değişiklik gösterebiliyor.
İlk başta sağlıkta şiddet var tabiİ ki. Her gün en az 2-3 tane sağlıkta şiddet haberi alıyoruz. Bunlar genelde haberlere yansımıyor. Bu 2-3 tanesi gerçekten ağır olaylar oluyor. Bunun dışında sözel şiddete maruz kalmadığımız gün olmuyor. Her hekim her gün kesinlikle maruz kalıyor.
Eskiden işe gelirken büyük mutlulukla gelirken şimdi bugünü kazasız atlatsam diye dua ederek geliyorum. Şiddet uygulayanların cezasız kalması da hem bazı şiddet yanlılarına güç sağlıyor hem de bizim motivasyonumuzu düşürüyor.
Tedavisini düzenlediğim bir hasta uzman hekim başka tedavi verdiği için onu reçete etmemi istediğinde. Benim bilgime göre o tedavinin şu süreçte gereksiz olduğu, yan etkilerinin ağır olabileceğini anlattım. Eğer benim tedavimi kabul etmezse uzman hekimine gidip onun düzenlediği reçeteyi alabileceğini de belirttim. Tabii sonu sözel şiddet, küfürler, tehditler. Sonra bu hasta CİMER’e şikayette bulunmuş ve “Bu doktor kim oluyor? Ben bu doktoru vururum, öldürürüm” demiş. Hepsinin kaydı CİMER’de var.
Beyaz kod verdim, şikayette bulundum. Sonuç: Savcı kovuşturmaya gerek yok kararı vermiş, hem de kişi CİMER’i arayıp ses kaydı olmasına rağmen. “Kişinin kaydını benden alıp başka aile hekimine verin” dediğimde “Eğer ceza almaz ise kaydını değiştiremeyiz” oldu. Bu demek oluyor ki bu hasta bana yine gelirken “Bak ben bunu şikayet ettim devlete, hem de tehdit ettim; demek ki haklıyım ve bana bir şey olmadı, ceza almadım.” düşüncesiyle.
Bu kişi 1 ay sonra geldi ve benden özür diledi, uzman hekimin verdiği tedavi ağır gelmiş ve yan etki yapmış. Benim verdiğim tedaviye geçmişler. Ama bu 1 aylık süreçte ne bakanlık ne adalet sistemi yanımda oldu. O kişi beni gelip vurabilirdi de.
Yoğun çalışma koşulları diğer bir sorunumuz. Günde 100 hasta bakıyoruz. Ayrıca aile hekimlerinin diğer işlerini de bu süreçte yetiştirmek gerekiyor. Örneğin aşısı gelen bir bebeğin ailesine ulaşamadık ve bebeği aşıya getirmediler.
Önce evine gidiyoruz. Evde yoksa evde olmadığına dair komşularından imza almamız gerekiyor. Genelde komşuları imza vermek istemiyor. O zaman muhtara gidiyoruz. Eğer ikameti sistemde değişmediyse bu sefer muhtar da imza vermiyor. En son tutanak tutup bunu müdürlüğe bildiriyoruz. Bu sadece bir örnekti. Bunun gibi birçok işi günde 100 hasta bakarken yetiştirmemiz gerekiyor.
Diğer bir sorun Malpraktis davalarıdır. Bu yoğun çalışmada hata yapmamak imkansız. En ufak bir hata ya kişiyi sağlığından ya da canından ediyor. Sonra bizi de milyonlarca lira tazminat ödemek zorunda bırakıyor. Biz de hata yapmamak istiyoruz, bunu minimuma indirmek için her hastaya en az 25-30 dakika ayırmak istiyoruz.
Eğer ufak bir hata yaparsak belki meslek hayatımız boyunca kazanamayacağımız paraları tazminat olarak ödemek gerekiyor. Sigortamız bunun çok ufak bir kısmını ödüyor(örnek vermek gerekirse 4 milyon TL tazminat cezası aldığımızda maksimum 400 bin TL’sini sigorta karşılıyor.
Bir diğer konu ise maaş konusudur. Maaşlarımız halkımızın düşündüğünün aksine o kadar da yüksek değil. 2021’de birçok uzman arkadaşım 10 bin TL maaşa çalışıyordu(döner ve ek ödemeler dahil ellerine geçen toplam aylık ücret). Bu kadar yoğun olup, bu kadar riskli işlemler yapıp, maaş olarak hakkını vermeyip bir de şiddete maruz bırakırsan bir kişiyi, değer göreceği başka ülkelere gitmesi çok normaldir. Maaşları döviz üzerinden karşılaştırınca Afrika ülkelerindeki doktorlardan daha az alıyoruz. Ama Malpraktis davaları sonucunda ödemek zorunda kaldığımız tazminatlar Avrupa ülkelerinde bile yok.
Bir de doktorun sadece bir telefonla CİMER’e ve SABİM’e şikayet edilebilmesi bizim için sorun. Sorun kısmı şurada başlıyor; istediğin yalanı söyleyebilirsin, canı sıkıldığı için işe gitmeyen birine doktorun “hasta değilsin, sana rapor veremem” demesi bile şikayet ediliyor. Bunlar için bile hemen doktordan savunma isteniyor. Doktor bu yoğunluğu içinde cevap yazıyor. Haksız şikayette bulunan veya yalan söyleyen kişi ceza almıyor ve sonuçta doktor gereksiz yere uğraşmış oluyor.
Yurt dışına göç etmeyi düşünmeseydim girerdim KPSS’ye, başka bir memur olurdum. Siz hiç tapu müdürlüğünde, noterde veya bankada sıra beklerken olay çıkaran gördünüz mü? Bizde muayene 2-3 dakikayı aşsa hemen dışarıdaki hastalar içeri girer, “Ne bu ya! Muhabbet mi ediyorsunuz, sizi mi bekleyeceğiz?” derler.
Bu kısıtlı sürede usulsüz istekleri geri çevirdiğimizde ve olması gerekenleri anlattığımızda hastalardan genelde fiziksel ve sözlü şiddete uğruyoruz. Her hastaya 2-3 dakika gibi bir süre anca ayırabilirken bir de sıfır hata yapmamız lazım.
Fiziksel şiddete maruz kalmadım şimdiye kadar ama yukarıdaki gibi olayları her gün istisnasız yaşıyoruz. “Ben sana sorarım!”, “Biz şikayet etmeyiz, cezamızı kendimiz keseriz.”, “Dışarıda kendine dikkat et!”, “Allah belanı versin!” gibi cümleleri duymak bizim rutinimiz oldu artık.
Bir örnek daha vereyim: Acilde çalışırken bir kişi geldi, o gün okula gitmeyen çocuğu için rapor alacakmış. “Çocuk nerede, muayene edelim” dediğimde evde olduğunu öğrendim. “Çocuğunuzu getirin, muayenesini yapalım. Okula gidemeyecek durumdaysa raporunuzu düzenleyeceğim.” dedim. Ondan sonra bu kişi üzerime yürüdü. “Sen ne işe yararsın, senin buraya niye koydular, ben soracam sana, Allah belanı versin!” demeye başladı. O anda hastane polisi de orada olunca kişiyi alıp dışarı çıkardılar.
Şimdiye kadar tehdit edildiklerimde defalarca beyaz kod verip şikayette bulunduğum durumların hepsinde savcılar kovuşturmaya gerek yok kararı verdiler. Dava açılması için ölmemiz mi gerekiyor bilemiyorum.
Evet, gitmek isterdim. Kendini yetiştirmiş, tüm kurallara uyan, doğru insan olmaya çalışan herkes gitmek ister diye düşünüyorum. Trafikte bile biri önünüze kırıp size sinir olup darp edebilir, öldürebilir. Hayat pahalılığı, alım gücünün düşmesi de cabası. Mesleğinde kendini yetiştirmiş biriysen, kalifiye bir elemansan değer göreceğin başka ülkeye gitmek normal bence.
Giden arkadaşlarım var. İlk başta sağlıkta şiddet diye bir şeyin olmadığını, her hastaya 20-30 dakika süre ayırabildiklerini, çalışma sürelerinin daha insanî olduğunu duyuyorum. Yurt dışında 2 haftada muayene ettiği hasta sayısını biz burada 1-2 günde yapıyoruz. Böyle olunca verdiğin hizmetin kalitesi artıyor, meslekî tatmin artıyor. Burada yıllık izinlerimizi bile çoğu zaman kullanamazken yurt dışında yıllık iznini kullanmanın zorunlu olduğunu duyuyorum.
Ailemi, sevdiklerimi, ülkemin taşını, toprağını, denizini, ormanlarını özlerim ama onlar için kendi hayatımı kenara bırakıp öğrencilikte durmadan ders çalıştığım, meslek hayatımda yoğun ve uzun mesailer boyunca sağlıkları için çalıştığım bana değer vermeyen her gün şiddet gösteren, şiddete tanık olup, bilip susanları özlemem.
Gittiğim an cevabım bellidir: Dönmeyi çok isterim ama burada kurulu düzenimiz var, dönemem.
Giden arkadaşlarımdan öğrendiğim kadarıyla tabii ki zorluklar var ama burada mesleğini yaparken her gün şiddete maruz kalacak mıyım, bugün 2-3 dakikada bir hasta bakarken acaba bir hastalığı atlar da hastaya bir zararım olur mu, tazminat öder miyim gibi psikolojik stresten daha zor olacağını düşünmüyorum. Ayrıca hayatı ders çalışmakla geçmiş ve girdiği sınavlarda hep başarılı olmuş bir kesime bunlar çok basit gelir. Zor bile olsa sonunda mutluluk, değer görme varsa gözü kapalı bu yola çıkılır.
Şu anda yurt dışına gitmek isteyen çok hekim var, hepsi yabancı dil çalışıyor. Asıl sıkıntıyı 2 yıl sonra göreceğiz. Çünkü 1-2 yıla bu dil öğrenmeye çalışsan hekimler dili öğrenmiş olur ve bu yıl 1.000-2.000 hekim yurt dışına gittiyse 2 yıl sonra bu sayı bir anda 10.000’lere çıkacak.
Aslında çözümler basit, ilk başta halkın doktorların yanında olup onlara güvenmesi gerekir. Doktor ne kadar rahat ve huzurlu bir ortamda çalışırsa hastasına o kadar fazla vakit ayırıp o kadar fazla ilgi gösterebilir. Tabii ki de her meslekte olduğu gibi doktorlarda da kötü insanlar vardır ama siz her hekime kötü insan muamelesi yaparsanız işler içinden çıkılmaz hale gelir.
Çözüm yolu olarak bakanlığımız meslek örgütlerimizle, sahada çalışan hekimlerimizle gerçekten istişare edip sistemin bozukluklarını düzelttiğinde hastalarımız çok daha kaliteli hizmet almaya başlayacak. Ama çözüm üretilmezse daha çok hekim yurt dışına gidecek. Sistem daha çok sıkışacak ve bunun sonucu daha çok şiddet daha çok yurt dışına göç olacak.
Konuk ettiğimiz 3 değerli doktoru dinlediniz.
Belki sistemin başında değilsiniz fakat sizler de sistemin bir parçasısınız. Umarız ki sağlık emekçileriyle biraz olsun empati kurmanızı sağlayabilmişizdir.