Niels Arestrup’un eşi Isabelle Le Nouvel’in yazdığı bu piyes , Paris’te Théatre des Bouffes Parisiens Tiyatrosu’nda bu sezon başladı ve gişe …
Niels Arestrup’un eşi Isabelle Le Nouvel’in yazdığı bu piyes , Paris’te Théatre des Bouffes Parisiens Tiyatrosu’nda bu sezon başladı ve gişe rekoru kırmaya devam ediyor….
Tam on üç yıl önce, Andrew (Niels Arestrup) üvey kardeşi Philippe’ in (François Berléand) sevgilisi Hélene ile kaçıp evlenmişti. Andrew piyanist kariyerine devam etmiş ve çok ünlü bir piyano virtüözü olmuştu. Philippe ise aşık olduğu kadının onu terk etmesiyle paramparça olmuş ve tüm zamanını yaşlı ve hasta babasına adamıştı. Oyun, Philippe’in , bir akşam Andrew’un şehir dışındaki malikanesine habersizce gelmesiyle başlar. Elinde bir valiz tutmaktadır. Bu valizin içinde babasına ait bir takım fotoğraflar ve gizli belgeler ve bir mektup var. …Oyun boyunca gerçekler yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar ve iki üvey kardeşin bir takım acı hatıraları, karanlıkta kalmış sırları ve sıkıntıları ortaya dökülür. Ölmüş babanın arzusu üzerine ve Hélene’in iş birliğiyle Philippe’in Andrew’un evine getirdiği bu valizle gerçekler bir bir ortaya dökülür. Gerçekler ortaya çıktıkça acaba iki kardeşin arasındaki buzlar eriyebilecek mi?Isabelle Le Nouvel bu piyesi gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkarak kaleme almış; eşi Niels Arestrup‘un yaşam öyküsüyle benzerlikler taşıyan bu oyunda Isabelle kocası için biçilmiş kaftan bir tekst yazmış. Jérémie Lipmann oyunu başarıyla sahneye koymuş. İki kutsal canavarın karşılıklı yüzleşmesinde sergiledikleri mükemmel performans seyirciyi büyülüyor. Usta oyunculukları ve yetenekleri parmak ısırtıyor. Kara mizah ile bir birlerini hor gören, alay içeren taşlamalarla bezeli dakik replikler havada uçuşuyor. Sahne tasarımı çok şık. Sanat galerisini andıran bembeyaz bir salon , bir tarafta ihtişamlı bir kuyruklu piyano . Piyanonun klavyesinin 52 beyaz ve 36 siyah tuşlarının toplamı 88. Öyle ki bu piyesin adı da bu tuşların 88 olmasından geliyor.
Sahnenin diğer tarafında ünlü piyanistin oturduğu bir deri koltuk ile viskisiyle bardakların durduğu bir içki sehpası ve bir satranç oyunu duruyor. Bu boş arenada ikili karşılaşıyor. Andrew en iyi piyanist ödülü için onuruna düzenlenen törende son anda sahneye çıkmaz, ödülünü almaktan vaz geçer ve karısını orada bırakarak salonu terk eder. O geceyi sokaklarda boş boş dolaşarak geçirir. O geceden sonra bir daha piyanonun kapağını açmaz ve tuşlara parmaklarını değdirmez. On üç yıl önce Andrew’un verdiği bir piyano resitaline, Philippe sevgilisi Hélene ile gelir. O gece, Philippe sevgilisinin ağabeyinden ne kadar çok etkilendiğini anlar. Akabinde , sevgilisi onu terk eder ve Andrew ile evlenir. Bu konu üzerine iki kardeş yüzleşmeye başlarlar. Philippe ne çok acı çektiğini ve sevgilisine ne çok aşık olduğunu dile getirirken, Andrew küstahça “Onu beğendim, istedim ve ona sahip oldum” der. Ardından da Hélene’in Philippe’i alkolik olduğu için terk ettiğini anlatır. Philippe’in hiç bir işe balta olmadığını, tam bir ezik gibi yaşadığını , Hélene’in bu yüzden onunla olan ilişkisine son verdiğini acımasızca dile getirir. Oyun devam ederken, Andrew’un , üvey kardeşinden çaldığı karısı Hélene’in evde olmadığını anlarız. Philippi Hélene’in onu arayıp eve davet ettiğini söyler; Andrew her telefon çaldığında, karısının işi uzadığı için eve geç geleceğini söyler.
Ama yalan söylemektedir… Sahneler bir biri ardına akarken, karısının onu artık piyano çalmadığı için ve depresif bir yaşamın içine kendini hapsettiği için terk ettiğini anlarız. Andrew, Philippe’e babasının, annesini ve kendisini çok küçük yaşlarda terk ettiğini ve onu hiç affetmediğini sert bir şekilde dile getirir. Philippe için hep var olan bu baba, Andrew’a babalık vazifesini yapmamış ve annesiyle Andrew’un çok zor şartlarda bir yaşam sürmelerine sebep olmuş; zengin evlerine temizliğe giden bu anne ile zenginlerin önünde gözlerini daima eğen Andrew çok acı çekmiş. Halbuki Philippe hep iyi şartlarda, sıcak bir aile ortamında büyümüş. İşte o anda Philippe babasının Andrew’a yazdığı bir mektubu valizden çıkarır. Mektupta, Andrew’un annesiyle büyük bir aşk yaşayan babası, annenin hamile kalmasıyla, onunla hemen evlenmek istemiş ama annenin ailesi kızı kaçırıp onu yaşça büyük başka bir adamla evlendirmişler.
Hélene’in, kardeşlerin babasını ziyarete gittiğini ve bu hikayeyi öğrendiği de ortaya çıkar. Ve gerçekler peş peşe ortaya dökülmeye devam eder. Philippe’in siroz olduğu ve az bir ömrü kaldığı da anlaşılır. İşte bu noktada, burnundan kıl aldırmayan, kibirli, sinirli, saldırgan mizaçlı Andrew’un yumuşadığına şahit oluruz. Oyunun ışık tasarımı çok başarılı. İki karakterin karşılıklı düellosunun yoğunluğuna göre değişkenlik gösteren bir ışık oyunu var. Niels Arestrup, bir kaç günlük sakalı, dağınık saçları, pantolon paçaları buruşuk, kolları uzamış şekilsiz kazağı, ağır aksak yürüyüşü, bir elinde viski kadehi diğer elinde sigarasıyla piyano ile koltuğu arasında zorlukla gidip gelen bu kutsal canavar, evinin salonunda konuşur gibi, alçak bir ses tonuyla, abartısız, adeta rol yapmıyormuş gibi oynuyor. François Berléand soğukkanlı duruşu, hoşgörülü hafif nükteli göndermeleri ve tertemiz duygusallığıyla, Niels Arestrup’un karşısında inandırıcı ve mükemmel bir oyunculuk sergiliyor. Sessiz bir piyano ve eski püskü bir valizin etrafında iki üvey kardeş yaşamlarının sonbaharında buluşurlar. Beraber büyümemişler, birbirlerinden yıllar sonra haberdar olmuşlar ve tanışmışlar; seslerindeki tonlamalar ağır sırları barındırıyor; gizli kalmış yaşam öyküleri sırtlarında büyük bir yük.
Geçmişin zehiri akıtılırken iki virtüözün konçertosu çok etkileyici.
Dramatik bir yüzleşme . Maskeler düşerken, birbirinin zıttı bu üvey kardeşlerin öfkeleri, köklerinin kaynağındaki gerçeklere doğru yolculuklarında hafiflemeye ve birbirleriyle diyalog kurmaya doğru yön değiştiriyor. Etkileyici bir öykü. Görünen ile görünmeyen iç içe geçmiş. Bu iki kardeşin arasındaki uzun sessizlikler, bir birlerine sarf ettikleri sözcüklerden daha güçlü ve ağır. Bu oyunda, kimlik, aidiyet, kalıtımsal olarak kalan problemler irdeleniyor. Yaşam yolunda beraberinde taşınan ve varoluş olgusunu derinden etkileyen ailevi, duygusal, kültürel yıpranışlar işleniyor. Geçmişte yaşanan travmalar, mecburiyetten verilen kararlar ve zorla dayatılan seçimler. Bu iki erkeğin duyguları, etraflarındaki acımasız sessizlik ve suskunluğa götüren utanma hissi. Bu iki adam, yaşamlarına değen kadınlardan derin bir şekilde etkilenmişler: Anneleri ve eşleri…Bu oyun iki aslanın karşılıklı çarpışması, hayvani ve içgüdüsel mücadelesi. Bu oyun acı içinde kıvranan iki kardeşin portresi, aynı zamanda da affedişin ve değişimin hikayesi. Bir ailenin öyküsü, iç içe geçen ve kopan ilişkilerle bir hayatta kalma mücadelesi.