Bugün dünya düzeninin geleceği belirleniyor, her bir tarafsız gözlemci bunu anlıyor. Asıl mesele, bunun, herkesi kendi dillere destan ve sadece kendisi yararlı olan kurallara göre yaşamaya zorlayan tek bir hegemona sahip bir düzen olup olmayacağı. Yoksa bu, şantajın, yıldırmanın, neonazizmin ve neo- sömürgeciliğin olmadığı demokratik ve adil bir dünya mı olacak?
Rusya kesin olarak ikinci seçeneği seçti ve müttefikleri, ortakları ve benzer düşünen insanlarla birlikte bu seçeneğin hayata geçirilmesi için çalışma çağrısını yapıyor.
Dürüst bir diyalog ve uzlaşma arayışı yerine, dezenformasyon, kaba dramatizasyonlar ve provokasyonlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Batı’nın çizgisi, çıkarları koordine eden organlar olarak uluslararası kurumlara ve adaletin ve zayıfların keyfilikten korunmasının garantisi olarak uluslararası hukuka olan güveni sarsıyor.
BM’yi koruma ihtiyacı olduğundan eminim. Bu dünya örgütünü, çatışmacı ve yüzeysel olan her şeyden arındırmak gerekiyor. Örgüte, tüm üye ülkelerin çıkarları arasında denge bulmaya yönelik dürüst müzakerelerin yapıldığı platform itibarını geri kazanmak gerekiyor. BM’de ulusal çıkarlarımızı ilerletirken bu yaklaşımı kılavuz ediniyoruz.
Eski BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld, BM’nin insanları cennete götürmek için değil, cehennemden kurtarmak için kurulduğunu söylemişti. Bu sözler bugün hiç olmadığı kadar aktüel. Bu sözler, gelecek nesillerin güven ve uyum içinde gelişmesi için gereken koşullar yaratmak için herkesi bireysel ve kolektif sorumluluk üstlenmeye çağırıyor. Bunun için herkesin siyasi irade sergilemesi gerekiyor.
BM Güvenlik Konseyi’ne yeni Batı ülkelerinin dahil edilmesinden bahsetmek, birkaç nedenden dolayı komik olur. Tüm bu ülkelerin Rusya ve Çin’e düşman olduğu gerçeğini bir kenara bırakıyorum. Önemli olan, siyasi değerlendirmelerden soyutlanırsak, her bir Batı ülkesi Güvenlik Konseyi’ne yeni ne kazandıracak? Hiçbir şey. Hepsi şimdi ABD’nin emirlerini yerine getiriyor. Resmi adaylığını ilan eden Almanya da, Japonya da.