Müslümanlar Ramazan-ı Şerif’te zekât, sadaka ve fidye gibi maddi ibadetlerle muhtaçların ihtiyaçlarını gidermesi adına infakta bulunuyor. Yüce …
Müslümanlar Ramazan-ı Şerif’te zekât, sadaka ve fidye gibi maddi ibadetlerle muhtaçların ihtiyaçlarını gidermesi adına infakta bulunuyor. Yüce dinimiz İslam’ın farz kıldığı zekât emri gereği, maddi durumu iyi olan Müslümanlar kazançlarının ve birikimlerinin kırkta birini fakir ve yoksullara veriyor. Doçent Doktor Ahmet Efe Hocaefendi, Millî Gazete’ye verdiği röportajda, zekât ibadetine ilişkin çok kıymetli ve aydınlatıcı bilgiler paylaştı.
RABBİMİZ ZENGİNİ FAKİRE, FAKİRİ ZENGİNE MUHTAÇ KILMIŞTIR
Hocam, mübarek Ramazan geldi. Toplumumuzda âdet olduğu üzere zekâtlar genelde bu ayda verilir. Biraz bu önemli ibadetten bahsedebilir misiniz?
Özellikle Ramazan dolayısıyla zekât konusu çokça anlatılıyor, yazılıp çiziliyor. Anlatılması da lazım. Çünkü mal tatlı, insanın eli varmıyor vermeye, teşvik etmek lazım. Allah (celle celaluhu) kuluna kırk vermiş, bunun yalnız birini istiyor, gerisi senin. Baba yapmaz bunu evladına. Onu da bedava istemiyor, karşılığında cennet vaat ediyor. Yani başkasına verdiğimiz yine bize dönüyor. Hikmetinden sual olunmaz. Yüce Mevlamız herkese aynı seviyede maddi imkân bahşetmemiş, kimisini fakir kimisini zengin kılmıştır. Fırıncıyı aça, açı fırıncıya, işvereni işçiye, işçiyi işverene, zengini fakire fakiri, zengine muhtaç kılmış. Bu iki unsurun birisi olur diğeri olmazsa çark dönmüyor. “Allah (cc) rızık konusunda sizin bazınızı diğerine üstün kıldı”, “Bu dünya hayatında maişetlerini aralarında biz taksim ettik, birbirlerine iş gördürmeleri için de birbirlerine derece derece üstün kıldık” gibi ayet-i kerimelerde Rabbimiz insanlığın içinde bulunduğu ve yaşadığı bu hali bir de ayetleriyle bize hatırlatıyor. Hatırlatıyor ki, herkes bu taksime razı olsun, haline şükretsin, şikâyet etmesin, kimse diğerini yok saymasın, hor görmesin. Makinelerin çarkları da irili ufaklı küçüklü büyüklüdür. Hepsi aynı olsa bir işe yaramazlar. Anadolu’muzda bir söz vardır: “Sen ağa ben ağa, bu inekleri kim sağa”. Bu söz toplumsal ilişkilerin ancak insanların imkânlarının farklı ve herkesin birbirine muhtaç olması durumunda sağlıklı olacağını, kaynaşmanın ancak böyle sağlanabileceği gerçeğini çok güzel ifade eder.
ZEKÂT, ŞARTLARINI TAŞIYAN HER MÜSLÜMAN’A FARZ KILINMIŞTIR
İslam’ın yoksullara yaklaşımı nasıldır?
İslam ilk günden itibaren yoksul ve muhtaçlara el uzatmıştır. Mekke’de inen ayetlerde bunu açık şekilde görüyoruz. “Yetime kahretme, sâili azarlama” mealinde ayetleri görebiliyoruz. Neden acaba? Açlık sofuluğu bozar derler. İslam’ı tebliğ edeceğiniz kişinin karnı açsa, çoluk çocuğu muhtaçsa onun aklı fikri o ihtiyaçla meşgul olur. Ona bir şeyler anlatmak için önce midesinin ihtiyacını gidermek lazım. Onun için yüce dinimiz İslam, ilk günden itibaren fakirlere ve yoksullara el uzatmıştır. Mekke döneminde isteğe bağlı bir yardım olarak başlayan bu infak hareketi, sonraki yıllarda zekât adı ile farz kılınmış ve şartlarını taşıyanlara mecbur edilmiştir.
ZEKÂT, ZENGİNE FARZDIR
Biliyorsunuz namaz ve oruç herkese farz değil. Farz olması için bazı şartlar aranıyor. Zekât da öyle. Zekât, bildiğiniz gibi zengine farzdır. Dinimiz buna bir ölçü koymuş, bunun adı nisaptır. Nisap insanların servet saydıkları ve elde etmek için uğraştıkları mallara göre değişir. Devede beş, sığırda otuz, davarda kırk, gümüşte iki yüz dirhem, altında yirmi miskaldir. Bu ölçüleri bizzat Rasulullah (sav) tespit ettiği için değiştirilmez. Sarih ve sahih delilin bulunduğu yerde içtihat caiz olmaz. Yani zamanla zenginlik anlayışı değişti, zamana ayak uydurmak için nisap miktarında da bir düzenleme yapılsa diyemeyiz. Bunlar zekâtın sabiteleridir, değişmez değiştirilmez. Canlı hayvan türünden olanlar her devirde ve her yerde bulunduğu için nisabının anlaşılması kolay oluyor. Ama altın ve gümüşün günümüze uyarlanmasında bazı hesaplar yapılır. Bunların nisabının hesaplanmasında gümüş ve altın para birimleri esas alınır. Rasulullah (sav) ve sahabe döneminde kullanılan altın ve gümüş paraların bugünkü ölçülere göre kaç grama tekabül ettiğini bilmemiz lazım gelir ki, elimizdeki paranın ve ticaret mallarının nisabını bilelim. Bakıyoruz o dönemde Medine, Şam ve Kufe gibi önemli merkezlerde kullanılan paraların ağırlıkları farklı. Türkiye’de paranın nisabını hesaplarken bazılarının 81 gram, bazılarının 96 gram altın tutarı gibi farklı sonuçlar verilmesinin temelinde bu iş için baz alınan para biriminin ağırlığının farklı oluşu vardır. Diyanet 81 gramı kabul ettiği için ülkemizde parada ve ticaret mallarında bu nisap geçerlidir. Kafa karışıklığına meydan vermemek için bu esas alınmalıdır.
ZEKÂTIN MİKTARI MALIN KIRKTA BİRİDİR
Buna uygulamada bir örnek verebilir misiniz?
Kaba bir hesapla şöyle bir örnek verebiliriz: Bir bakkal esnafı zekât vermek istese, dükkânda mevcut malları satış fiyatları üzerinden hesaplar, elindeki nakdini ve alacaklarını da ekler, sonra borçlarını düşer, kalan para 81 gram altının değerini geçiyorsa, bu değerin yüzde iki buçuğunu yani kırkta birini zekât olarak verir.
ALACAKLAR VE BORÇLAR ZEKÂTTA NASIL HESAPLANIR?
Az önce anlattım. Borç aslında senin değil, alacaklınındır. Alacağın da borçlunun değil, senindir. Onun için alacağını cebinde imiş gibi hesaplarken borcun olan miktarı da yokmuş gibi kabul edersin.
ALACAKLAR ZEKÂTA SAYILAMAZ
Bu çok soruluyor. Yani kişi birine ödünç vermiş, alamıyor veya mal satmış, parasının vadesi çoktan gelmiş geçmiş alamıyor. Bari bunu zekâtıma sayayım diyor. Bu olur mu? Olmaz, çünkü zekât bir ibadettir, ibadetlerde niyet şarttır. Biz o parayı verirken veya ona mal satarken zekât niyeti ile vermedik, almak niyeti ile verdik. Şimdi getirip verse hâlâ alırız. Dolayısıyla alacağımızı zekâta sayamayız, biz saysak da zekât yerine geçmez. Eğer bize borçlu olan kişi ödeyemeyecek durumda ise ve zekât kabul etme şartlarını taşıyorsa zekâtımızdan ona da verelim, o da bu para ile bize olan borcunu öderse bir taşla iki kuş vurmuş oluruz. Ama bu işlem şartlı, yani danışıklı olmamalıdır. Bazıları fakir bir aileyi evinde oturtup bunu zekâtına saymak istiyor. Bu da olmaz. Çünkü zekât vermenin rüknü yani olmazsa olmazı temliktir. Yani zekât parasını veya malını fakirin eline zekât niyeti ile vermek veya hesabına yatırmaktır. Evde oturtmanın adı fıkıh dilinde ibahadır yani kullanımına izin vermedir. İbaha ile temlike terettüp eden hükümler farklıdır. Yukarıda arz ettiğim alacağımızı zekâta saymanın olmayış sebeplerinden bir diğeri de işte bu temlik rüknünün olmayışıdır. Çünkü kişinin alacak hakkından vazgeçmesi bir temlik değil, bir ibra ve iskattır. Bunların da hükümleri farklıdır. Zekâtta temlik esasını iyi muhafaza etmeli, çok dikkat etmeliyiz. Onu esnettiğimiz zaman her hayırlı iş zekât verilecek yer haline dönüşür: Zekât parası ile cami yapılır, Kur’an kursu yapılır, su kuyusu açılır, hastalar ameliyat ettirilir, dava için gazete çıkarılır hale gelir. Fakir açlık çekerken siz zekât paralarıyla kubbeler ve minareler yükseltir, lüks hayra hizmet binaları diker lüks hizmet araçları alırsınız. Ama bunların hiçbirinde temlik yoktur. Evet, bu hizmetler de yürüyecek ama bunlar hibe, bağış ve sadaka şeklindeki infaklarımızdan olacak.
VERGİ ZEKÂTA SAYILIR MI?
Sayılmaz. Vergi devletin emri, zekât Allah’ın emri. Verginin harcandığı yerler ayrı zekâtın harcandığı yerler ayrı. Ama devlet zekâtları ayrı bir havuzda toplar Allah’ın gösterdiği kalemlere harcarsa bu da aliyyül’âlâ olur.
PARADAN BAŞKA ŞEYLERLE MESELA AYAKKABI VE ELBISE ILE ZEKÂT ÖDENIR MI?
Evet, gerektiğinde paraya çevrilmesi mümkün olan her şeyle zekât borcu ödenir. Ama mesela fakire yemek ikram etmek yukarıda da anlattığım gibi temlik olmadığından zekât olmaz. Şunu da unutmayalım; nakit vermek her zaman daha iyidir, belki fakirin daha acil başka şeye mesela ilaca ihtiyacı vardır.
ELINDE NAKDİ BULUNMAZSA NE YAPSIN?
Zekâtını hesapladıktan sonra eline para geçtikçe versin. Ama bunu uzun zamana yayacaksa enflasyon karşısında paranın eriyen değerini de ilave etmeyi unutmasın. Bugün on lira vereceği zekâtı altı ay sonra on beş versin ki, fakirin hakkını yemesin. Zekât konusu kaynaklarda oldukça geniş anlatılmış bir konudur. Biz bu kadarı ile yetinelim. En doğrusu, bu konuyu bir ilmihal kitabından okumak veya merak edilen meseleyi bir bilene sorup ona göre hareket etmektir. Rabbimiz orucumuzu, zekâtımızı kabul eylesin.