Olağanüstü Bir Gece İçimdeki bu donuklaşma hissinin ne kadar ilerlemiş olduğunu o gün anladım. Bir yere bağlanmadan, tutunmadan, akan suyun …
Olağanüstü Bir Gece
İçimdeki bu donuklaşma hissinin ne kadar ilerlemiş olduğunu o gün anladım. Bir yere bağlanmadan, tutunmadan, akan suyun üzerinde gider gibi yaşıyordum. Soğuk bir ölü, yüzen bir cesedimsi varlık olduğumu daha iyi anlıyordum. İçime bir donukluk, acımasız, soğuk bir duygusuzluk yerleşmişti ve içimdeki çürümenin dışarıdan da anlaşıldığı aşamanın başına gelmiştim. Çok garip, bu olağanüstü gece beni ansızın nelerle yüzleştirmiş; geçmişimin en karanlık yanlarının, en gizli dürtülerimin şimdi apaçık karşımda durur biçimde nasıl da kapalı kalmış benliğimi birdenbire ortaya çıkarmıştı! * * * * * Stefan Zweig’in eseri Olağanüstü Bir Gece; seçkin bir burjuva olarak yaşamını sürdürürken giderek duyarsızlaştığını fark eden bir adamın, işlediği bir suçla başlayan ve bütün gece boyunca süren dönüştürücü deneyiminin hikâyesidir.
Amok Koşucusu
Stefan Zweig’in Amok Koşucusu adlı eseri, Doğu Hint Adaları’nda görev yapan Hollandalı bir doktorun, yardıma ihtiyaç duyan bir kadına yardım etmenin vicdani yükümlülüğü ile yaşadığı karmaşık duygular arasında sıkışıp kalmasının hikâyesidir. Doktor, dara düşüp kendisine başvuran zengin bir kadının yasal olmayan talebini geri çevirir. Bu ret cevabında kadının mağrur tavrı karşısında kapıldığı öfkenin ve gururuna yenik düşmenin de etkisi vardır. Ancak söz konusu olan bir kadının hayatıdır. Talebi geri çevirdiğine pişman olan doktor, bu sefer de kadına yardım etme arayışı içerisinde bulur kendini. Doktorun son bir görevi daha vardır: Otopsi için kurşun tabut içerisinde İngiltere’ye doğru yol alan bu kadının onurunu korumak…
Mecburiyet
Hâlâ konuşmuyorlardı. Ama Paula onu usulca tutup pencere önüne götürdü. Dışarda ne yaptığını bilmeyen insanlığın yaratmış olduğu acıdan uzak, sonsuz bir dünya duruyordu ve onun için parlıyordu; sonsuz gökyüzünün altındaki sonsuz yıldızlar…
Başını gökyüzüne kaldırdı ve dünyadaki insanlar için kendi yasalarının dışında bir yasanın olmadığını, birbirlerine bağlılık dışında gerçek bir bağlılık olmadığını bütün yüreğiyle anladı. Dudaklarının yakınında karısının huzurlu nefes alışverişini duyumsuyordu ve bazen bedenleri de birbirlerini hissetmenin mutluluğuyla titriyordu. Fakat susuyorlardı. Yürekleri; bütün kelimelerin ve insanların koyduğu yasalardan uzak, sonsuz özgürlüğün huzuru içerisindeydi. * * * * * Stefan Zweig’in Mecburiyet adlı eseri, savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre’ye kaçan ressam Ferdinand’ın, askerlik işlemleri için konsolosluğa çağrılmasının, karısının şiddetle karşı çıkmasına rağmen kendisini gitmek mecburiyetinde hissetmesinin ve insanın yaşadığı karşı konulmaz duygular, çelişkiler ile çatışmaların anlatıldığı hikâyesidir.
Mürebbiye Salon boşalmıştı, sandalyeyeler hâlâ bir tek soluk lambanın ışığında rastgele itilip kakıldıkları gibi duruyorlardı. Bu cansız boşlukta esrarengiz bir görüntüleri vardı; istemeden içlerinden birine bakışlarıyla benim aklımı başımdan alan zarif bir varlığın görüntüsünü yerleştirdim. Varlığımın derinliklerindeki bakışı hâlâ canlıydı. Hareket ediyordu ve ben onun karanlıklardan bana doğru parıldadığını seziyordum; gizemli bir sezgi onun bu duvarların arasında olduğunu hissediyordu ve bu umut kanımın kaynamasına yol açıyordu.
Ve hâlâ çok sıcaktı! Gözlerimi kapatır kapatmaz, önümde mor kıvılcımlar uçuşuyordu. İçimde hâlâ beyaz sıcak gün alevleniyor ve hâlâ ışıldayan, nemli, kıvılcımlı olağanüstü gece hararetleniyordu. * * * * * Mürebbiye; Stefan Zweig’ın insanın kusurlarını, zaaflarını, özlemlerini, karşılaştığı engelleyici durumlarını ustaca anlattığı birbirinden güzel bir öykü derlemesidir. Gömülü Şamdan
Görünmez olana bağlananın işi, elle tutulur olana düşkün olanınkinden daha zordur; çünkü diğeri geçici, bizimki ise kalıcıdır. İnsan eliyle yapılan her şey nasıl zamanın ve insanoğlunun tahrip edici anlayışıyla yok olup gidiyorsa, kuyumcunun aslını taklit ederek hazırladığı bu emanet de böylece yok olup gitti ve izi de sonsuza kadar silindi.
Ama saklanan sır sayesinde ayakta kalan ezeli şamdan, hâlâ farkına varılmadan ve sapasağlam olarak vatanındaki mezarında bekleyip nöbet tutuyordu. Stefan Zweig’in Gömülü Şamdan adlı eseri, Yahudilerin kutsal emaneti yedi kollu şamdanın, Roma’yı yağmalayan Vandalların eline geçmesi ile başlayan ve seksen yıllık bir hasretten sonra Bizans’ta ortaya çıkışının ve son şahit Benjamin’in ellerinde Kudüs’e gömülmesinin hikâyesidir. KAYNAK: HABER7