Osman Koca yeni gelenekçi bir üslupla kaleme aldığı Salaş kitabında art arda, hızlı hızlı okuduğunuzda sizi şaşırtacak ve ikmale uğramadan sonunu …
Osman Koca yeni gelenekçi bir üslupla kaleme aldığı Salaş kitabında art arda, hızlı hızlı okuduğunuzda sizi şaşırtacak ve ikmale uğramadan sonunu getirtecek pek çok hikayeyle bize hikâyemizdeki nüansları gösterme fırsatı sunmuş. Sentetik bir öykü dilinin çok uzağında, teknik açıdan homojen bir görüntü sergileyen hikayeler çağdaş anlatım tarzlarının ve şiirli bir söylencenin tam ortasında, yazarın meddah edasıyla sandalyesine oturmuş okuyucuyla içten bir sohbet havası içinde mükaleme ettiğine şahit oluyorsunuz. Bütün mesele hikayeleri okurken hikayelerin hızına erişebilmeniz. Hayal satan bir kahramandan çok gerçeklerle yüzleşen bütün kahramanların sadeliğini ve sevimliliğini, bazen arsız ve hırsızlığını metinlerden okuyabilirsiniz. Metinlerdeki dikkat çekici unsurlardan biri de hikâye başlıkları. Absürt gibi görünen ama hikâyelerle bütünleşen başlıkları aslında bize yazarın bakış açısını vermesi açısından da ipuçları barındırıyor. Çöpür, Afra Tafra, Otograf Kiracı, Sargın, Alengir, Kalantor… ya da pek çoğu kolay kolay hiçbir kitapta rastlayamayacağımız başlıklar olarak duruyor.
KAHRAMANLARI GÖZÜNÜZ ARIYOR
Osman Koca’nın hikâye kahramanlarının felsefeye yatkın olması ve iç dünyalarındaki o gizli söyleşme duygusu belki de yazarın vermek istediği mesaj kaygısından ileri geliyor olabilir. Hikayeleri okurken kahramanların canlı siluetini görebilirsiniz. Kahramanlar varlık sebeplerini sorgularken bir bakıma okuyucunun da düşünmesine olanak sağlanıyor. Oğuz, Tanju, Büşra, Tarık, Aylin, Hikmet Bodur, Mehmet, Nuri, Mükrame, Hilal ve pek çoğu felsefeye yatkın ve yakın kişilikleriyle dikkatimizi çekiyor. Koca’nın hikayelerinde kullandığı isimler, fiiller, deyimler, ikilemeler bir istihzanın perdesini açmaya yarayan kale anahtarları gibi. Kilitli bir kale kapısının birden fazla anahtarı vardır ve sizin hüneriniz o açan anahtarı bulmakla ortaya çıkar. Koca’nın hikayelerindeki bu hüner de bu çok sırlı kelime anahtarlarını bulması ve bunu hikayelerinin kale kapısı olarak kullanmasıdır. Söz gelimi Sret hikayesindeki kurgu ve sizi sunduğu olanaklar yazarı anlamamız açısından önemli olduğu düşüncesindeyim. Şiirden mülhemle oluşturulan asonans tarzındaki hikâye örgüsü sürpriz bir sonla bitiyor. Koca’nın amacı okuyucuyu şaşırtmak mı yoksa baştan sona hikâyenin okunmasını sağlamak mı bilmiyorum ama ben hikâyenin sonuna geldiğim de tekrar başına döndüğümü söyleyebilirim. Koca sistematik bir şekilde kurguladı mı bilmiyorum hikayelerini. Yalnız hikayelerde dikkat çeken özelliklerden biri de müzik ile ilgili terimsel ifadelerin kullanılması ve bunun hikayelerin ses oktavını yükseltip alçaltılmasında bir mekanizma olması. Aslında Osman Koca kitaba ismini veren Salaş ismini pek çok hikâyenin içinde kullanırken de bunu yapıyor. Neden bunu yapıyor? Salaş dağınık ve parça bölük bir yapı iken bir tezatlıkla aslında hikayelerinin bir bütünlük arz ettiğini mi kanıtlamaya çalışıyor. Hikayelerdeki çift karakterlilik ve başat bir kahramanın olmaması, hikayelerin sizi hayatın tam ortasına bırakması ve hikayelerin toprağının hiç yumuşak olmaması ironik bir tavrın aynası durumunda.
EZBER BOZUYOR
Bizim hikayemiz, sinemamız hep kiracıdan yanadır. Ev sahibinden taraf olan metin sayımız çok azdır. Osman Koca bu sefer durumu tersine çevirmiş. Otograf Kiracı da Hikmet Bodur’dan değil de ev sahibinden yana olmuş. Aslında yazar Hikmet Bodur üzerinden insanımızın kolaycı ve işgüzar yanına eğilen bir yurdum hikayesi sunmuş okuyucuya. Şu da var; hikayelerde bitmeyen ya da bir yerde sonlanan ama sonunu merak ettiğiniz şeyler. Koca bizlere ne olduğunu pek söylemiyor kahramanlarının, ölmüşler ya da şurada şöyle bir hayat içindeler bilmiyoruz. Bir duygulanım yaratıp ondan sonra kurdele kesilir yazarın elinde. İşte bu yüzden bir devam öyküsünün yazılabileceği hikayelerden oluşan bir kitap olarak da okunabilir. Kirve hikayesindeki Selim Bey ne yapıyor acaba ya da Balkon Meseli’ndeki Huriye bütün sokağın fotoğrafını çekiyor mu sizce? Sorulması gereken sorulardan biri de bu olabilir. Kahramanlar yazarın kafasında ölmüş müdür acaba? Hikâyenin bütün katmanlarına sahip olan öykülerde mekânsal unsurlar yok denecek kadar az. Yazar kahramanlarını mekanlardan azade etmiş gibi. Hiçbir kahraman hemen hemen mekânın içinde yaşamıyor ya da mekanların yeteri kadar fotoğrafı çekilmemiş. Hikayelerdeki sinematik fotoğraf hem ironi hem hayal hem gerçek. Üçünün bir arada bulunması üçü birden içtiğimiz neskafe tadında. Balkonda oturmuş üçü birden içerken Bizimkiler’deki Cemil’in sesi ne kadar tanıdık değil mi? Roman sokağın aynasıdır diye yazarı hepiniz bilirsiniz. Balkon Meseli biraz da bu işte. Sokağın sesine, görüntüsüne hiç yabancı değiliz.
Benayene hikayesinde hem maktul hem katil olan kahramanın kulağımıza fısıldadığı şeyler gibi. Dramatiğin gerçekle örtüşen bir tarafı yaşamanın acımasız tarafına düşüyor oluşudur. Salaş bir farkındalık yaratıyor okuyucuya. Farkında olmadan yaşadığımız salaşlık bize kim olduğumuzu hatırlatıyor hikayelerde. Koca, öykülerindeki GAP (garip ama gerçeküstü durumlar) bize yaşadıklarımızın hülasasını gösteriyor.Bu hikayelerdeki ortak noktalardan biri de her birinin ortak bir hafızayı kodlamış olmaları. Sosyal, siyasal ya da kültürel atmosfer sonucunda şekillenen toplum ve onun bireylerinin yaşadıkları ve yaşattıkları yazarın hafızasında gelecek nesiller için birer ambar vazifesi görüyor. Koca aslında bir hikâyenin ne olması ve ne olmaması gerektiğini de Öyküntü hikayesiyle okuruna söylüyor. Nuray ve Onat karakterleri üzerinden kurulan bir yapının sağlamlığını sorguluyor yazar. Dil ve üslubun hikâyedeki yerini tespit ediyor. Okura ulaşacak bir dille okuru uzaklaştıracak bir dilin nüanslarını veriyor okuyucuya. Ete kemiğe bürünmeden var olan iskeletin nasıl ruh kazanacağından dem vuruyor. Hasılı Salaş hikayesi okuyucuyla hem konuşuyor hem yazıyor. Yazarken konuşuyor, hem hikayesini yazıyor hem okuyucuyla sohbet ediyor.